Türkiye’nin İç Politikası ve Kıbrıs Sorununda Statükonun Korunması (I) | Analiz

Yusuf ERTUĞRAL

Analiz

Kıbrıs sorunu, yıllardır çözümsüzlüğün sembolü olarak uluslararası diplomasinin gündeminde yer alıyor. 17-18 Mart 2025’teki Cenevre zirvesi, tarafların pozisyonlarını koruduğunu ve statükonun değişmediğini bir kez daha gösterdi. Türkiye, bu süreçte kilit bir aktör olarak öne çıkıyor; ancak Mart 2025 itibarıyla iç politikadaki yoğunluk—ekonomik kriz, erken seçim tartışmaları, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının önünün kapatılması ve iktidarın muhalefete yönelik ağır baskısı—Kıbrıs meselesine yaklaşımını şekillendiriyor. Bu dinamikler, statükonun korunmasında nasıl bir rol oynuyor?

İç Siyasetteki Yoğunluk ve Erken Seçim Modu

Türkiye, Mart 2025’te ekonomik zorluklarla boğuşuyor: enflasyon, işsizlik ve hayat pahalılığı halkın ana gündemi. Yerel seçimlerin ardından erken genel seçim ihtimali siyasi atmosferi germiş durumda. Erken seçim modu, hükümetin dikkatini iç meselelere kaydırırken, dış politikada riskli adımlardan kaçınılmasına yol açıyor. Örneğin, Kıbrıs’ta federasyon modeline yeşil ışık yakmak, iç kamuoyunda “taviz” olarak görülebileceği için statükoyu koruma eğilimi baskın hale geliyor. Seçim öncesi dönemde, iktidar enerjisini seçmen desteğini korumaya ve muhalefeti zayıflatmaya harcıyor; bu da uzun vadeli bir mesele olan Kıbrıs’ı arka plana itiyor.

Ekrem İmamoğlu Faktörü ve Muhalefete Baskı

İç politikadaki gerilimi artıran önemli bir gelişme, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının önünün kapatılmaya çalışılması. İmamoğlu’nun 2019’daki başarısı, muhalefetin iktidara karşı en güçlü kozlarından biri olmuştu; ancak hukuki süreçler ve siyasi engellemelerle onun potansiyel cumhurbaşkanlığı adaylığı hedef alınıyor. Bu durum, iktidarın muhalefete yönelik ağır baskısının bir yansıması. İktidar, muhalefeti bölmek ve zayıflatmak için sert önlemler alırken, iç siyasetteki bu mücadele dış politikaya da yansıyor. İmamoğlu gibi popüler bir ismin devre dışı bırakılması, muhalefetin alternatif bir Kıbrıs politikası geliştirmesini zorlaştırıyor; bu da iktidarın “iki devletli çözüm” ve statüko yanlısı duruşunu pekiştiriyor.

Muhalefete baskı, aynı zamanda iç kamuoyunda bir korku ve sessizlik iklimi yaratıyor. Bu ortamda, iktidar, milliyetçi söylemlerle “Kıbrıs’ta taviz vermedik” mesajını rahatça işleyebiliyor. Statüko, muhalefetin sesini kısarak ve tartışmayı sınırlayarak iç siyasette bir kontrol aracı haline geliyor. Muhalefet, baskılar nedeniyle ya konuyu gündeme getirmekte çekingen davranıyor ya da iktidarın milliyetçi çizgisine paralel bir söylemle yetiniyor; bu da statükonun değişmesi için gerekli toplumsal veya siyasi momentumun oluşmasını engelliyor.

Milliyetçilik ve Diplomasiye Ayrılan Enerji

Türkiye’de seçim dönemleri, milliyetçi söylemlerin yoğunlaştığı zamanlar olarak öne çıkmaktadır. İktidar, “Kıbrıs milli davamızdır” vurgusuyla tabanını konsolide etmeye çalışırken, muhalefet üzerindeki baskılar da bu söylemin etkisini artırmaktadır. “Eşit egemenlik” ve “iki devletli çözüm” ısrarı, iç politikada bir “güvenlik ve egemenlik” kartı olarak kullanılmakta ve diplomatik esnekliği sınırlamaktadır.

Her ne kadar hükümet seçimlerin zamanında yapılacağı yönünde resmî açıklamalar yapsa da ülkede erken seçim atmosferine girildiği hissedilmektedir. Bu süreçte yürütülen seçim hazırlıkları ve muhalefeti baskılama çabaları, dış politikaya ve özellikle Kıbrıs meselesine ayrılabilecek diplomatik enerjiyi kısıtlamaktadır.

Temmuz 2025’te yapılması planlanan Kıbrıs görüşmeleri öncesinde, Türkiye’nin Yunanistan, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ile kapsamlı bir uzlaşma arayışına girmesi için yeterli hazırlık yapması şu aşamada oldukça zor görünmektedir. Bu nedenle mevcut statüko, en az çaba gerektiren ve mevcut pozisyonları riske atmayan bir tercih olarak öne çıkmaktadır.

Öte yandan, hükümetin uzun süredir donmuş olan “Kürt açılımı” sürecini yeniden gündeme getirmesi, özellikle PKK’nın silah bırakması yönünde ortaya atılan iddialarla birlikte dikkat çekmektedir. Ancak bu sürecin, muhalefet lideri Ekrem İmamoğlu’na ve ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik yargı ve siyasi baskılarla birlikte yürütülmesi, çözüm sürecinin samimiyetini sorgulatmakta ve sekteye uğrama riskini beraberinde getirmektedir. Milliyetçi tabanın desteğini kaybetmeme amacıyla uygulanan bu çelişkili stratejiler hem iç barış politikalarını hem de dış politikada gereken diplomatik hazırlıkları gölgede bırakmaktadır.

Kaynak Sınırlılığı ve Belirsizlik

İç siyasetteki yoğunluk, KKTC’ye sağlanan ekonomik ve askeri desteğin sürdürülebilirliğini de sorgulatıyor. Ekonomik baskılar artarken, bu taahhütlerden geri adım atmak “zayıflık” olarak algılanabilir; bu da statükoyu koruma yönünde bir baskı yaratıyor. Öte yandan, İmamoğlu’nun adaylığının engellenmesi ve muhalefete yönelik baskılar, seçim sonuçlarına dair belirsizliği artırıyor. Bu belirsizlik, Türkiye’nin Temmuz 2025’teki görüşmelerde net bir strateji geliştirmesini zorlaştırabilir. Statüko, seçim sonuçları netleşene kadar “bekle ve gör” politikasının bir yansıması haline gelebilir.

Sonuç

Türkiye’nin iç politikası—erken seçim modu, İmamoğlu’nun adaylığının önünün kapatılması ve muhalefete yönelik artan baskılar—Kıbrıs sorununun mevcut statükosunun korunmasında belirleyici bir faktör haline gelmiştir. İktidar, iç siyasi dengeleri sarsmamak adına risk almaktan kaçınmakta, milliyetçi söylemleri öne çıkararak muhalefeti etkisizleştirmekte ve böylece çözüm tartışmalarının zeminini daraltmaktadır. Bu çerçevede statüko, en az siyasi maliyetle sürdürülebilir görülen bir pozisyon olarak benimsenmektedir. Ancak bu tercih, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü derinleştirmekte ve Temmuz 2025’te gerçekleştirilmesi öngörülen müzakerelerde ilerleme sağlanması ihtimalini azaltmaktadır. İç politikadaki bu tablo, Kıbrıs sorununda statükoyu koruyan bir kalkan işlevi görse de bu kalkanın ardında çözüm için gerekli olan siyasal irade ve vizyonun henüz oluşmadığı görülmektedir. Muhalefetin sistemli şekilde bastırılması ise uzun vadede yalnızca Kıbrıs’taki statükoyu değil, aynı zamanda Türkiye’deki demokratik tartışma ortamını da aşındırma riski taşımaktadır.

Bu yazı dizisinin ikinci bölümünde, “Cenevre’de Statükonun Korunması: Türkiye İç Siyasetle Uğraşırken Uluslararası Aktörlerin Kıbrıs Sorununa Bakışı (II)” başlığı altında, başta Birleşmiş Milletler ve AB olmak üzere uluslararası aktörlerin Kıbrıs sorununa dair güncel yaklaşımlarını, Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerinin bu yaklaşımlara etkisini ve 2025 görüşmelerine dair olası senaryoları analiz yapmaya çalışacağım.

Bu yazı, 24 Mart 2025 tarihinde Diyalog Gazetesi’nin günlük basılı yayında yayımlanmıştır.

Total
0
Shares
Previous Post

Trump’ın tehdidi Almanya’nın kemer sıkma hevesini sona erdirecek mi?

Next Post

Cenevre’de Statükonun Korunması: Türkiye İç Siyasetle Uğraşırken Uluslararası Aktörlerin Kıbrıs Sorununa Bakışı (II) | Analiz

Related Posts