ANALİZ
Türkiye’nin dikkatle takip ettiği Avrupa Konseyi zirvesi, Cuma günü sonlandı. Avrupa Birliği (AB) üye ülke liderlerini bir araya getiren zirvenin Türkiye için önemli yanı, zirveden Türkiye’ye yönelik yaptırımların -veya “kısıtlayıcı önlemler”- çıkıp çıkmayacağıydı. AB, gelişmeleri yakından izleyen birçok kişinin tahminlerini doğrulayarak sert yaptırım önlemleri alma kararı vermezken, konuyu kesin de bir sonuca bağlamayarak bu sefer de Mart 2021’de gerçekleşecek zirveye erteledi.
AB’nin sinyalleri yaptırımları gösteriyordu
Avrupa Birliği liderleri, 1-2 Ekim’de yayınlanan sonuç bildirgesinde konuyu Aralık zirvesinde değerlendireceklerini belirtmiş ve bildirgede bahsi geçmese de sonra gerçekleştirilecek zirvede büyük ihtimalle çeşitli yaptırımların masaya yatırılabileceği sinyalini vermişti. Zirveye giden yolda ise başta Fransa ve Yunanistan olmak üzere birçok aktör Aralık zirvesinde yaptırımların geleceğini defalarca vurgulamış ve bunun için çalışılacağını belirtmişti. Avrupa Komisyonu’nun Yunan üyesi ve Komisyon Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas ise Türkiye’nin “her şeyi yanlış yaptığını” belirtmiş, 10-11 Aralık’taki zirvede Türkiye’ye “orta ve uzun vadeli yaptırımlar” uygulanacağını da oldukça net bir şekilde ifade etmişti.[i]
Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Schinas
Türkiye’yle yaşanan gerilimin baş aktörlerinden Fransa ve Yunanistan’ın dışında 1-2 Ekim zirvesinde Türkiye’yle yaşanan gerilimin tırmandırılmamasını savunan Almanya bile bu tutumunun değişebileceğinin işaretlerini vermişti: Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) ziyaretini “provokasyon” olarak değerlendirmiş, Türkiye’nin Aralık zirvesine kadar atacağı adımların çok önemli olduğunu belirtmiş ve “olumlu sinyaller gelmezse” yaptırımlar konusunun “kesinlikle tekrar gündeme gelebileceğinin” altını çizmişti.[ii]
AB liderleri ve diplomatlarının bu net tutumu, 10-11 Aralık zirvesinde çok sert olmamakla birlikte 11 Kasım 2019’da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) iki üst düzey yetkilisine uygulananlara benzer çeşitli yaptırım kararları alınacağı, bunlara ek olarak gerginliğin azaltılmaması durumunda adım adım yürürlüğe girecek bir “yaptırımlar listesinin” de bildirgeye ekleneceği izlenimini uyandırmıştı. 11 Aralık’ta yayınlanan sonuç bildirgesinde ise tahminlerin aksine hâlâ “Türkiye’nin lehine” sayılabilecek kararlar alındı.
Zirveden çıkan kararlar ne?
Liderler, Dış İlişkiler başlığının Doğu Akdeniz alt başlığında ilk olarak geçtiğimiz 3 ayda yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Birlik, 30. maddede Türkiye’nin AB, üye ülkeler ve Avrupalı liderlere yönelik “tek taraflı adımları ve provokasyonlarını” eleştirirken Oruç Reis sismik araştırma gemisinin limana çekilmesini olumlu buldu ve bu adımla birlikte iki beklentisinin -gerilimin azaltılması ve Türkiye-Yunanistan arasındaki gerginlik azaltıcı görüşmelere ortam hazırlayacak adımların atılması- gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti.
Konsey Başkanı Michel ve Alman Şansölye Merkel
Bildirgenin 31. maddesinde Türkiye’yle iş birlikçi ve iki tarafa da fayda sağlayan bir ilişkinin AB’nin “stratejik çıkarları” dahilinde olduğu belirtildi, ancak yasal olarak devam etse de fiili olarak durdurulmuş Türkiye’nin tam üyelik adaylığı süreci bu belgede de yer almadı. Liderlerin 1-2 Ekim zirvesinde de Türkiye’ye sunduğu “pozitif gündem” teklifi, Türkiye’nin “AB ve üye ülkeleriyle samimi bir iş birliği kurmaya gönüllü olması ve diyalog ile uluslararası hukuk çerçevesinde sorunların giderilmesi” koşuluna bağlanarak kendisine bu bildirgede de yer buldu. Pozitif gündemin ekonomi ve ticaret, kişilerarası temaslar, üst düzey diyalog ve göç konusundaki iş birliğinin devam ettirilmesine dair içeriği ise değiştirilmedi. Birlik, göç konusunda Türkiye’nin bulunduğu önemli konumun bilincinde olarak Suriyeli mülteciler için sunulan yardımların devam ettirilmesine de hazır bulunulduğunu belirtti.
Komisyon’dan “yaptırım listesi” istendi!
Birçok kişinin bildirgede nasıl yer alacağını beklediği “yaptırımlar” konusu ise bildirgenin 32. maddesinde gündeme geldi. Liderler, AB’nin kendi ve üye ülkelerinin çıkarlarını korumak ve bölgenin istikrarını sürdürebilmek için iki görevin üstlenildiğini belirtti. Bunlardan birincisi, 11 Kasım 2019’da TPAO yetkililerine yaptırım uygulanması yönünde alınan kararın temel alınarak yeni bir liste hazırlanması, ikincisi ise AB Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu’nun Mart 2021’de toplanacak Avrupa Konseyi zirvesinde değerlendirilmek üzere bir rapor hazırlamaya çağrılması oldu. Raporun içeriği AB-Türkiye siyasi, iktisadi ve ticari ilişkilerinin vaziyeti olarak belirlenirken Yüksek Temsilci ve Komisyon’dan raporda ortaya çıkacak sonuca göre 2019 Kasım kararı gibileri de -yani olası yaptırımlar- dahil olacak şekilde nasıl bir yol izleneceği ve ne gibi araçların kullanılabileceğine dair bir liste hazırlanması istendi. AB belgelerinin birçoğunda olduğu gibi bu belgede de dolaylı ve karmaşık ifadeler kullanılmasına rağmen liderlerin, Komisyon’dan “hangi yaptırım kararlarının alınabileceğini” istediği oldukça net görülebiliyor.
ABD vurgusu dikkat çekici
Belgenin 33. maddesinde Kıbrıs sorunu ve Maraş’ın açılmasına yönelik alınan karar kınanırken Türkiye’den sorunun çözümü için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına saygı duyması istendi ve Konsey’in, sorunun çözümü için yine BM kararlarına “tamamıyla bağlı” olduğu vurgulandı. 34. maddede 1-2 Ekim kararlarında olduğu gibi AB Yüksek Temsilcisi’ne Doğu Akdeniz için çok taraflı bir konferans düzenlemesi görevi verilirken 35. maddede AB’nin Türkiye ve Doğu Akdeniz’e dair sorunların çözümünde ABD ile “eşgüdümlü” hareket edeceği vurgulandı.
- maddede ABD’ye özel olarak vurgu yapılması, Birliğin, ABD’nin yeni başkanı seçilen Joe Biden’ın da bu konuda atacağı adımları bekleyeceğinin ve ABD’yle birlikte hareket etmeye çalışacağının çok net bir göstergesi olarak dikkat çekiyor.
Türkiye yine ikna olmadı
AB’nin Türkiye adına büyük beklentiler taşıyan zirvesi, yayınlanan bu bildirgeyle birlikte sona erdi: Birlik, Türkiye’yle yaşanması artık neredeyse kaçınılmaz gözüken “kırılma” veya “dönüm” noktasını bir nebze daha erteleyerek önümüzdeki 3 ay boyunca gerginliğin düşmesi ve Türkiye’nin zirveden 10 gün önce başlayan “yeniden Avrupa” atağı sırasında söylediklerini eyleme geçirmesini beklemeye karar verdi. Ancak 1-2 Ekim Avrupa Konseyi zirvesinin ardından yayınlanan yazımızda da bahsedildiği üzere AB’nin Türkiye’ye sunduğu “havuçlar” da “sopa” da Türkiye’yi çok etkilemiş gibi gözükmüyor. Ekim’deki zirvenin ardından Türkiye cephesinden alınan karara yöneltilen tepkilerin benzeri, 11 Aralık’ta yayınlanan bildirgeden sadece birkaç saat sonra yeniden ortaya çıktı. Dışişleri Bakanlığı, zirvenin ardından yaptığı açıklamada, AB’nin “bir iki ülkenin dar siyasi hesapları” yüzünden pozitif gündemi hayata geçiremediğini ve “hiçbir yararı olmayan” yaptırımlar hakkında çalışmaktan kopamadığını belirtti, “zirve sonuçlarına konulmak zorunda kalınan yanlı ve hukuka aykırı tutumu reddediyoruz” ifadeleriyle de Birliği oldukça sert bir şekilde eleştirdi.[iii] Cumhurbaşkanı Erdoğan ise zirvenin başlangıcından bile önce yaptığı bir konuşmada, AB’nin Türkiye’ye verdiği sözlerin “hiçbir zaman arkasında durmadığını” söyledi ve “Herhangi bir yaptırım kararı Türkiye’yi çok fazla da ırgalamaz” şeklinde konuştu.[iv] Cumhurbaşkanı’nın ifadeleri ve Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması, AB’nin Türkiye’ye yeniden sunduğu “pozitif gündem şansının” Türkiye’yi ikna etmediğini ve bu ihtimalin çok da gerçekçi olmadığını bir kez daha ortaya koydu.
AB neden yaptırım kararını ertelemeyi tercih etti?
Tüm bunlara rağmen Birlik neden böyle bir karar aldı? Zirveden önce kullanılan retoriğe bakıldığında Türkiye’nin davranışlarında bir değişim yaşanacağı beklentisi çok görülmese de sonuç bildirgesindeki ifadelerden “pozitif gündeme” dönüş ve gerginliğin azaltılmasına dair bir “umut” veya beklenti olduğu çıkarılabilir. Ancak bu umut, rasyonaliteden tamamıyla kopuk ve her şeyin bir anda düzeleceği şeklinde bir umut olmaktan ziyade statükonun korunması ve özellikle Türkiye’nin AB nezdinde göç konusunda bulunduğu yerin, iki taraf arasında yaşanacak gerginlikler yüzünden bozulmaması isteğinden doğuyor. Bu “zoraki umuda” Türkiye ve AB arasındaki oldukça sıkı ticari ilişkiler de eklendiğinde AB’nin artık başka bir seçenek kalmadığı bir durum dışında Türkiye’ye ve dolayısıyla iki tarafın ticari ve göç konusundaki ilişkilerine ciddi zarar verecek bir adım atması çok kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmüyor.
İkinci bir sebep olarak -alınan karardaki ağırlığı net olarak ölçülememekle birlikte- Türkiye’nin zirveye kısa bir süre kala başlattığı yoğun diplomasi trafiği gösterilebilir. AB liderlerinin alacağı kararlardan 10 gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın -en azından sözlü olarak- Avrupa’yı yeniden Türkiye dış politikasının odağına oturtmasıyla birlikte başlayan trafik, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Brüksel ziyaretini, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun birçok mevkidaşıyla görüşmesini ve çeşitli AB yetkililerinin ve üye ülke bakanlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından konuk etmesiyle devam ettirildi. Bu trafik sonucunda ise Fransa-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üçlüsünün başını çektiği “sert yaptırımlar” bloğunda bulunmayan üye ülkelerin, Türkiye’ye yönelik alınacak sert kararları veto edebileceği ihtimali yüzünden önlemler yumuşatılmış olabilir. Bahsi geçen üç ülke dışında diğer ülkelerden büyük baskı görmeyen ve başından beri Türkiye’yle gerginliğin artırılmaması yönünde adımlar atan AB dönem başkanı Almanya da zirve öncesinde gösterdiği yaptırım yanlısı eğiliminden vazgeçmiş olabilir.
“Amerika faktörü”: Biden ve CAATSA etkisi
Varsayımsal ihtimallerin de ötesinde, AB’nin beklediği çok önemli bir kilometre taşı var: 20 Ocak’ta yemin töreniyle ABD Başkanlığı koltuğuna oturacak olan Joe Biden. Donald Trump’ı mağlup ederek ülkenin 46. başkanı olacak olan Biden’ın AB dış politikası için önemi, hâlihazırda sonuç bildirgesinin 35. maddesindeki vurgu sayesinde çok net bir şekilde anlaşılabiliyor. Joe Biden’ın göreve başlamasıyla birlikte Türkiye dış politikasının bölgede yarattığı etkileri nasıl değerlendireceği, AB’nin atacağı adımlar için büyük önem teşkil ediyor. Mevcut ABD Başkanı Trump’a kıyasla Avrupa’yla çok daha uyumlu hareket edeceği belli olan Biden’ın Türkiye konusunda AB’yle atacağı ortak adımlar, Türkiye için AB’nin tek başına alacağı herhangi bir yaptırım kararından çok daha etkili olabilir. Ayrıca, Biden’ın halefi Trump’ın, başkanlığının son günlerinde yürürlüğe sokacağı konuşulan CAATSA yaptırımları ve içeriği de AB’nin alacağı kararı hayliyle etkileyebilir.
CAATSA çerçevesinde alınacak bir silah ambargosu veya Türkiye ekonomisini etkileyecek bir yaptırım paketi ve Türkiye’nin bu yaptırımlara vereceği tepki, Yüksek Temsilci Josep Borrell ve Avrupa Komisyonu’nun Mart zirvesi için hazırlayacağı listeye şekil verebilir. Bahsi geçen iki durumu göz önünde bulundurursak, Birliğin Türkiye hakkında alacağı kararın Şubat ayının sonuna doğru netleşeceğini söylemek yanlış olmaz.
Avrupa Birliği liderleri, birçok kişinin sembolik de olsa “mutlaka yaptırım açıklayacağı” zirveden Türkiye aleyhine çok ciddi gözükmeyen ancak uzun vadede Türkiye’ye önemli etkileri olabilecek bir sonuçla ayrıldı. 1999’da tam üyelik başvurusu kabul edilen Türkiye’yle 20 yıldır inişli çıkışlı ilişkiler yaşayan Birliğin bu ilişkide yine, yeni, yeniden bir “dönüm noktası” kararını neden Mart 2021’e ertelediğini ise doğal olarak akıllara gelen ilk soru oldu. Buna birçok sebep gösterilebilir: Türkiye’nin zirve öncesinde başlattığı diplomasi atağı; AB’nin özellikle ticaret ve mülteciler konusundaki durumun bozulmaması için Türkiye’yle ters düşmek istememesi; yeni ABD Başkanı Biden’ın Türkiye’ye yönelik tavrının netleşmesi; yakında koltuğunu bırakacak olan Trump’ın CAATSA çerçevesinde Türkiye’ye uygulayacağı iddia edilen yaptırımların içeriği gibi sebepler, tüm ihtimaller arasında en öne çıkıyor. Hatta POLITICO Europe’un haberine göre 8 yıllık bütçe, iklim krizi ve koronavirüs pandemisi dahil birçok konu hakkında konuşmak zorunda olan liderler, Türkiye konusuna çok fazla vakit ayırmamayı tercih ederek konuyu Mart zirvesine “ertelemiş” bile olabilir.[v] Ancak kesin olan tek bir şey var; önümüzdeki 3 aylık süreçte pandeminin nasıl bir yol izleyeceği, AB’nin ekonomik kurtarma planının başarılı olup olmayacağı ve Biden başkanlığının dış politikası yavaş yavaş netleşecek; Türkiye’nin de “pozitif gündem” dahilinde gerginliği azaltacak adımlar atıp atmayacağı belli olacak. Tüm bunları değerlendirecek olan AB üye ülke liderleri ise Türkiye hakkındaki o çok önemli, bir o kadar da sıklıkla ertelenen kararı alma zorunluluğuyla bir kez daha karşı karşıya kalacak.
Oğuzhan SABUNCU | ANALİZ | EUROPolitika Dergisi Editör Yardımcısı
Referanslar
[i] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55200877
[ii] https://www.dw.com/tr/maastan-t%C3%BCrkiyeye-aral%C4%B1kta-yapt%C4%B1r%C4%B1m-uyar%C4%B1s%C4%B1/a-55662365
[iii] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/disislerinden-ab-zirvesine-tepki-1797870
[iv] https://www.dw.com/tr/erdo%C4%9Fandan-abye-yapt%C4%B1r%C4%B1mlar-%C3%A7ok-da-%C4%B1rgalamaz/a-55881725
[v] https://www.politico.eu/article/at-summit-eu-leaders-dial-back-to-edge-forward/