Ali İzzet KEÇECİ
On günden daha kısa bir süre içerisinde, bir Tanrı görünümü vereceksin, şimdi sana yırtıcı bir hayvan ya da maymunmuşsun gibi bakanlara. Yeter ki us (akıl) ilkelerine ve saygısına yeniden dönesin (Marcus Aurelius)
Giriş
Bilge kimliği ile tanınan Büyük Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un ünlü eseri “Kendime Düşünceler”de geçen yukarıdaki sözü ile giriş yapmamız şüphesiz tesadüf değil. Bilge imparatorun yönetimi döneminde imparatorluk Roma’sının yaşadığı zaferler ve hukuksal ilerlemeler göz önünde bulundurulduğunda, bu sözleri söyleme yetisi olan bir bilge olduğunu anlamaktayız. Hukuk’un devletin temeli olduğu ve yönetimsel araçların birbiri ile ilişkilerinde hukuksal ayrım ve sınırların korunması gerektiğini bilen ve bu yönde yönetim anlayışı sunan bir imparatordu.
Devletin temelini oluşturan ve tüm adliye salonlarının duvarında yazan “Adalet Mülkün Temelidir” sözü sadece duvarlarda asılı kalır fiili olarak uygulanmazsa, devletin ve yönetimin denetimi ve takibi zorlaşır. Öyle ki; İlkçağdan günümüze özel mülkiyet ve birlikte yaşama kültürü ile birlikte başlayan ve hayatımızda yer alan hukuk normları, modern devletin geliştiği ve yerleştiği Rönesans ve sonrası dönemde de devletin temeli olmayı sürdürdü.
Çalışmamızın başlığını da oluşturan popülizm ve popülist dönemler de şüphesiz siyasal iktidarların siyasi proje ve söylemlerinde ilk kurban verdikleri hukuk normları ve hukukun işleyişi olmaktadır. Bir nevi ayak bağı olarak görülen ve hatta halka hizmete engel teşkil eden yasal düzenlemeler ve denetim mekanizmaları olarak görülen hukuk normları ve yargı organları, bu tarz yönetim dönemlerinde en çok eleştirilen ve üzerine en çok gidilen kurum ve normlardır.
Öyle ki; Popülist olduğunu iddia ettiğimiz ülke, lider ya da siyasi hareketin hangi bölgede olduğu, sağ ya da sol görüşten olduğu ya da hangi dinden olduğu da fark etmemektedir. Genel itibariyle sağ popülizm kavramı kabul görmekte ancak, o kadar yayın ve güçlü olmamakla beraber bir sol popülizmden de söz edilmektedir. Zaten popülizm olgusunun, sağ-sol ayrımının bulanmasıyla, yerleşik partilerin ve parti sistemlerinin çözülmesiyle ilgili bir yanı da var. Her halükârda popülizm, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinin politik alt üst oluşlarını anlamlandırmaya çalışırken kaçınılmaz bir kavramdır (Müller, 2017).
Neyin popülist olup olmadığı tartışması, aslında istenilen düzeyde gerçekleşmediğinden ve bir nevi suçlama ve hakaret etme görevine dönüştürüldüğünden olsa gerek, geleneksel olarak popülist sayılmayan pek çok olgunun popülizm şemsiyesi altına toplanması nedeniyle ‘popülizm’in göndergesinin bulanıklaşmasına neden olmuştur (Laclau, 2007).
Aslında halkçılık olarak da Türkçeye çevrilebilecek olan popülizm tanımı, 19. Yüzyıl’ın sonlarında büyük sermaye egemenliğine direnen bir ABD’li çiftçi hareketine dayanmaktadır. Çiftçi hareketi düşük kredi politikaları, ziraî kooperatifler ve katılımcı demokrasi talepleriyle mücadelesini başlatmış ve 1892’de Populist Party’nin (Peoples Party olarak da tanınıyor) kurulmasına önayak olmuştu. Siyaset bilimcileri 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında çarlığa ve sanayi kapitalizmine karşı ziraî sosyalizmi savunan Rus Narodniki’lerini de popülist hareket olarak tanımlamaktadırlar. Orta ve Doğu Avrupa’da özellikle 20. Yüzyıl’ın başlarında, genellikle faşizme yatkın olan popülist köylü hareketleri görülürken, 1930’lu yıllarda Latin Amerika’da, Brezilya’da yoksulların babası olarak tanımlanmış olan Getúlio Dornellez Vargas (1883-1954) veya Arjantin’de Juan Domingo Perón Sosa (1895-1974) gibi liderlerin öncülük yaptığı popülist hareketler güç kazanıyorlardı. Özellikle Vargas ve Perón Sosa, içgöçün politik potansiyelini kullanmayı becerebilmişler ve paternalist bir anlayışla dağılım politikalarını, devlet müdahaleleriyle alt ve orta gelir gruplarının lehine yönlendirmişlerdi (Çakır, 2012).
Popülist iktidar ve dönemlerin inişli çıkışlı bir seyir izlediğini görmekle birlikte, özellikle soğuk savaş sonrası AB ve tüm dünyada bu olgunun giderek arttığını ve hakim düzen haline geldiğini görmekteyiz. Karşıtlarının şiddetli muhalefetine rağmen popülizm, giderek yaygınlaşmakta ve siyasi hayatta normalleşmektedir. Devamını okumak için…