Editör’ün notu: Almanya Başbakanı Angela Dorothea Merkel’in halefi olarak gösterilen CDU (Hristiyan Demokrat Birlik Partisi) Genel Sekreteri ve Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer (AKK) parti başkanlığı görevinden 10 Şubat 2020 tarihinde ayrılacağını kamuoyuna duyurmuştu. Çevirisini yaptığımız söz konusu makalenin yayınlandığı tarihte AKK CDU’daki liderliği devam etmekteydi. Bu çeviri makalesini 1 Mart’ta yayınlanan “Merkel’in Potansiyel Halefleri” başlıklı yazımızın bir feedback okuması olarak görebilirsiniz.
Angela Merkel Almanya’sı, Avrupa’nın gelişen güvenlik ortamının değişen gerçekleriyle uyumlaşma noktasındaki isteksizliği nedeniyle uluslararası ortaklarını hayal kırıklığına uğrattı. Merkel’in görevde kalacağı süre ve halefinin kim olacağı yönündeki sorular Merkel sonrası Almanya’nın görünümü ve uluslararası etkisi için muğlaklık anlamına geliyor.
Angela Merkel, 2005’te göreve ilk geldiğinde Almanya hâlen “Avrupa’nın hasta adamı” olarak biliniyordu. Ancak Merkel’in göreve gelmesi ile birlikte Almanya ekonomisi gelişti ve uluslararası arenadaki pozisyonu önem kazandı. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı seçilen Donald Trump’ın erken gelen yıkıcı açıklamaları sonrası liberal düzeninin savunucuları genellikle Merkel’e ‘en sadık ve en kabiliyetli savunucu’ olarak baktı. Ancak Merkel Almanya’sı, Avrupa’nın gelişen güvenlik ortamının değişen gerçeklerini Alman dış ve güvenlik politikasındaki önemli değişiklikler ile uyumlaştırma noktasındaki isteksizliği nedeniyle Avrupalı ve transatlantik ortaklarını hayal kırıklığına uğrattı.
Koalisyon hükümetinin izlediği doğrular bu durumun sorumluluğunu taşıyor. Merkel’in küçük koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD), genellikle askeri gücün önemini küçümseyen veya kullanılmasını reddeden politikalar izledi. Ancak sorumluluğun bir kısmı savunma veya güvenlik kaygılarına öncelik vermeyi reddettiği için Merkel’in kendisine de düşmelidir. Bu dinamiklerin de mevcut hükümette önemli ölçüde değişmesi pek olası değildir.
Merkel’in dördüncü dönemi -kendisinin son dönemi olduğunu ilan ettiği- 2021 sonbaharına kadar sürmesi planlanıyor. Yine de koalisyon hükümeti içindeki gerilimler, Merkel’in görevde ne kadar süre daha kalacağı ve halefinin kim olacağı konusunda soru işaretlerine yol açıyor. Dolayısıyla Merkel sonrası Almanya’nın muhtemel görünümü ve uluslararası etkisinin ne olacağı belirsizliğini koruyor.
İç Gerilimler
Aralık 2018’de Annegret Kramp-Karrenbauer (genellikle baş harfleri olan “AKK” olarak bilinir) Partisi’nin desteğini kazanarak Merkel’in yerine Hıristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) lideri oldu. Bunu başarmasıyla da beraber, Merkel’in şansölye varisi olmuş oldu. O zamandan bu yana CDU, Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, büyük ölçüde Yeşiller Partisi’ne, bir milyondan fazla oy kaybederek ülke çapındaki en kötü sonucunu yaşadı. Doğu eyaleti olan Thüringen’de Ekim 2019’da yapılan yerel seçimlerde CDU, aşırı sağcı Alternative for Deutschland (Almanya için Alternatif) ve aşırı sol Die Linke ‘in (Sol) ardından üçüncü sıraya düştü. Aşırı sağ Doğu Almanya’da zaten iyi iş çıkarıyor olsa da AKK’nın yaptığı bir dizi gaf ile şiddetlenen kötü seçim performansı, Merkel sonrası CDU’nun arzulanan güzergâhı ve şansölye adayı konusunda parti içinde tartışmalara yol açtı. 22 Kasım’da düzenlenen CDU’nun yıllık olağan kongresinde AKK, 87 dakikalık coşkulu bir maraton konuşmasıyla konumunu perçinlese de partinin, Merkel’in AKK’ya olan güvenin azaldığına dair söylentiler eşliğinde gelecekteki yörüngesiyle ilgili süren tartışmaların bu denli kolay çözülmesi pek mümkün gözükmüyor.
Merkel’in AKK’yı tanıtmak/kabul ettirebilmek için kendi azalan iç siyasi sermayesinin önemli kaynaklarını harcayacağına inanmak için mantıklı hiçbir neden yok. Partisini başarılı bir şekilde modernize eden Merkel’in ana odağı, partiyi muhafazakâr köklerine doğru yeniden konumlandırma yönündeki iç girişimleri geri püskürtmekti. Öyle ki Ekim 2019’da, CDU parti kongresine katılmadan önce Bild dergisi tarafından yayınlanan bir ankette seçmenlerin %63’ünün AKK’nın şansölyeliğe uygun olmadığına inandığını ve sadece %11’inin potansiyel yükselişini desteklediğini ortaya koymuştur. Eğer AKK’nın kişisel destek oranı ikna edici seviyelere ulaşamazsa, daha merkezci diğer figürler Merkel’in potansiyel halefleri olarak dikkat toplayabilirler. Olası adayların başında Almanya’nın en kalabalık eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin başbakanı Armin Laschet’dir. Partinin daha muhafazakâr
kanadı içinde ise Sağlık Bakanı Jens Spahn, birçoğunun küçük, belki de daha büyük, hırslarının göstergesi olarak gördüğü şeyleri geniş kapsamlı bir perspektif ile takip etti. Geçen yıl parti liderliği yarışmasında tıpkı Spahn gibi AKK’ya yenilen Friedrich Merz de sessizce siyasi maziye gömülmeyi reddedenlerden birisi. Hatta bazıları CDU’nun son kongresinde AKK’ya olan sadakat yemininin tamamıyla samimi olmadığını düşündü.
Merkel’in AKK’yı tanıtmak/kabul ettirebilmek adına kendi azalan iç siyasi sermayesinin önemli kaynaklarını harcayacağına inanmak için mantıklı hiçbir neden yok.
Bununla beraber, iki önemli gerçek, AKK’nın siyasi şansı hakkında konuşulanların önüne geçiyor. Birincisi, Merkel halen rutin olarak Almanya’nın en popüler politikacısı olarak anketlere öncülük etse de artık CDU içindeki konumu, bir adayın bir zamanlar neden olduğu siyasi beklentiler için yeterince belirleyici bir faktör olmadığı için epeyce düştü. İkinci olarak, bir şansölye ile halefi arasında bazı gerginlikler oluşabilir; fakat AKK, en azından şimdilik, hem Merkel ile iyi ilişkiler yürütmek zorunda hem de “Mini Merkel” olmaktan başka bir şey olamayacağı yönündeki suçlamaları da çürütmek zorunda ki bu oldukça zor bir çizgi. Geleceklerinin kaderi patronları tarafından belirlenen kendi kişisel ekibi arasındaki bazı sürtüşmeler yaşanması da düşmanca medya sızıntılarının da kızıştırması sonucu kaçınılmaz olacaktır. Ancak bu tarz gerilimler henüz Merkel ve AKK arasındaki yolların önemli veya geri döndürülemez bir ayrımı olarak yorumlanmamalıdır.
Pek çok şey Merkel koalisyonunun geleceğine bağlı olacak. CDU ve kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik’i (CSU), SPD ile birleştiren mevcut ‘Büyük Koalisyon‘ hükümetinin erken bir çöküşü AKK’nın siyasi geleceğini güvence altına alacaktır. Merkel’in bir azınlık hükümetine liderlik etmeyeceğine dair tekrarladığı yeminler, olduğu gibi kabul edilecekse, muhtemel bir koalisyon çöküşü planlanmamış bir seçimi tetikleyecek ve CDU’ya ayrılıklarını çözmesi ve başka bir adayın arkasında birleşmesi için yeterli bir zaman vermeyecektir. Dolayısıyla bunu izleyen seçim de büyük olasılıkla AKK’nın CDU / CSU ve Yeşiller Partisi arasında bir koalisyona öncülük etmesine neden olacaktır. Bir diğer taraftan ise eğer Büyük Koalisyon görev süresi olan 2021’in sonlarına dek ayakta kalmayı başarırsa, AKK’nın rakipleri arkalarındaki partiyi seferber etmek için daha fazla zamana sahip olacaktır. Bu senaryoda, AKK, adaylığının arkasında daha fazla ivme yaratabilmek için “Savunma Bakanı” olarak pozisyonunun sağladığı geniş profilden yararlanamazsa (belki de bu pozisyonun Alman siyasetinde ‘itici/yükselten koltuk’ olarak ünlenmesi göz önüne alınırsa, ürkütücü de bir görev olabilir) 2020 sonbaharında gerçekleşecek olan parti kongresinde liderliğine karşı bir meydan okuma olma olasılığı yüksek görünüyor. Zor durumdaki SPD’nin koalisyona gelecekteki katılımı ile ilgili görüşmeler bu nedenle daha da önem taşıyor. Mevcut parti liderlik yarışmasının önde gelen iki ismi Olaf Scholz ve Klara Geywitz Büyük Koalisyon’da kalma isteklerini belirtirken; Norbert Walter-Borjans ve Saskia Esken ikilisi ise koalisyonun farklı derecelerdeki yararlarını sorgulamaktadırlar. Bu rekabetin sonucu 30 Kasım’da açıklanacak ve kazananlar 6-8 Aralık tarihleri arasında yapılacak olan SPD toplantısı ile görevlerine başlayacak. Aynı toplantıda, parti delegeleri SPD’nin Büyük Koalisyon’a katılımının akıbeti için de bir oylama yapacak.
Avrupa Sahnesindeki Felç
Hükümet koalisyonu, büyük olasılıkla bir süre daha dayanacaksa bile, yetersiz imajını yeniden canlandırmak için çabalıyor. Kısa süre önce, Almanya’nın hızla yaşlanan nüfusu arasında düşük gelirli emeklilere yönelik emekli maaşlarını artırmakla ilgili yaşanan kriz üzerine anlaşma yapılmasına karşın, hükümeti çökertme tehdidi taşıyan ve aylardır devam eden siyasi çıkmaz sonrasında, bir sonraki siyasi krizin çok uzak olma olasılığı düşük görünüyor. Devam eden iç çekişmeler Alman liderlerini Avrupa sahnesinde baltalayacak ve Franco-Alman gerginliklerini körükleyebilir. Paris, SPD’yi daha sağlam bir Alman ve Avrupa savunma ve güvenlik politikası geliştirmek çabasında görüyorken, CDU/CSU’yu
ekonomik ve Euro bölgesi entegrasyonunu engelleme çabasında olarak görüyor. Ek olarak, yaşanan bu iç siyasi gerginlikler Almanya’nın –Temmuz – Aralık 2020 dönemi- Avrupa Konseyi dönem başkanlığındaki hedeflerine de ket vuracaktır. Görev süresi boyunca Almanya, AB’deki ortakları ile Birliğin 2021-27 için uzun vadeli bütçesine ilişkin başarılı bir uzlaşma istiyorsa mümkün olduğunca “iç amaç birliği” vurgusunda bulunması gerekmektedir. Aynı şey, Almanya’nın başkanlığı döneminde Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile yapacağı zirve planları için de geçerli. Diğer konuların yanı sıra, Çin’e yaklaşımlarında AB üye ülkelerinin daha fazla uyumluğunun ortaya konulması hedefleniyor.
Statüko inatçılığı, Almanya’nın güvenlik ve savunma politikasını geliştirme çabaları için kötü bir işaretçidir. Daha stratejik düşünmeye yönelik girişimler, iktidar koalisyonunun doğasında var olan gerginliklerle zarar görmeye devam edecek ve zayıflayacaktır. Geçici SPD meclis lideri Rolf Mützenich’in, AKK’nın Temmuz 2019’da Alman Federal Meclisi’nde (Bundestag) Savunma Bakanı olarak yaptığı açılış konuşmasına verdiği tepki, bu kısıtlamaların bir özeti niteliğindedir. Mützenich, CDU/CSU’daki iktidar ortaklarının rahatsızlığı üzerine AKK’nın bu konuşmasını “çok çatışmacı” olarak eleştirerek bunun yerine “örneğin Rusya ile gerginlikleri yumuşatmayı” önerdiğini dile getirdi.
Statüko inatçılığı, Almanya’nın güvenlik ve savunma politikasını geliştirme çabaları için kötü bir işaretçidir.
Benzer koalisyon kısıtlamalarını Ekim 2019’da, Almanya’nın Mart 2020’de Irak’ta yürütülecek, IŞİD olarak bilinen İslam Devleti’ne karşı küresel koalisyon çabalarına katılımına son verme amaçlı Federal Meclis’te yapılan oylama izledi. Milletvekilleri, Alman Silahlı Kuvvetleri’nin (Bundeswehr) Irak’taki eğitim misyonunu en son 31 Ekim 2020’e kadar sürdürmesini kabul ederken, siyasi hassasiyetler bu karar alınırken Irak hükümetiyle ikili bir temelde yürütülmesini sağladı.
Ancak Almanya’nın kısıtlı stratejik söyleminden sadece SPD sorumlu değil. Merkel’in şansölyeliği, Almanya’nın savaş sonrası ticari diplomasiye ulusal güvenlik çıkarlarına göre öncelik verme geleneğini sıkça sürdürdü. Bunun bir örneği, Rusya’dan gelen tartışmalı “Nord Stream II” doğal gaz boru hattının tamamlanması için, (SPD istesin ya da istemesin) Başbakan’ın verdiği kararlı destektir. Almanya’nın bu projedeki kararlığı, yalnızca Washington’da değil; Polonya ve Baltık ülkeleri de dâhil birçok Avrupalı müttefikinin başkentlerinde de ciddi endişe uyandırdı.
Silahlı kuvvetler içinde devam eden güçlükler de etkili bir Alman dış politikası oluşturulmasını baltalayan bir diğer faktördür. Yıllık meclis raporlarında Bundeswehr sürekli olarak donanım ve kadro yetersizliği yaşayan, aşırı bürokratik bir şekilde betimlenmektedir. Alman siyasi sınıfının büyük çoğunluğu isteksizce (ve tipik olarak zımni şekilde) ABD’nin Avrupa politikasında uyguladığı karşıt ve eşitsiz tavrını aşacak yapısal bir değişimi kabul etse de NATO’nun Almanya’nın güvenliğini sağlama rolü için inandırıcı bir alternatifleri yoktur. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Avrupa’nın ‘stratejik özerkliği’ çağrılarına ikna olmayan Almanya yeni güçlüklere, eski yaklaşımlara sadık kalarak yanıt verecek gibi görünüyor. Bu, çok taraflılığın öneminin ve NATO’nun Avrupa savunmasındaki merkezi rolünün yeniden teyit edilmesi demektir. Macron’un NATO’nun ‘beyin ölümünün’ gerçekleşmiş olabileceği yönündeki tartışmalı önerilerine direnen Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, ‘NATO’nun işleyiş ve geleceğe sahip olduğunu’ açıkça ifade ederek, örgütün siyasi pozisyonunu güçlendirecek bir ‘uzman grubu’ kurulmasını önerdi.
Yeni Çabalar
İktidar koalisyonunun güncel durumdaki felcine rağmen, iyimser olmak için bazı nedenler var. AKK, CDU lideri olarak sergilediği titrek performansın aksine, yönetilmesi oldukça zor olduğu düşünülen bir bakanlıkta güçlü bir liderlik sergiledi. Alman halkının daha fazla askeri nüfuz sahibi olmak için ‘kemer sıkma’ dönemine ihtiyacı olduğunu iddia eden AKK’nın, Almanya’nın NATO’ya bağlılığını sağlayabilmek
için GSYİH’sinin %2’sinin -2031 yılına kadar- savunma harcamalarında kullanılmasına dair taahhüdünü yerine getirme ve 2024 yılına kadar GSYİH’nın ancak %1,5 kadarına ulaşma niyeti açıktır. Almanya savunma harcamalarını GSYİH’sinin derhal %2’sine yükseltirse, dünyadaki en büyük dördüncü savunma harcamasına sahip ülke olacak. AKK 2031 yılında Almanya’nın NATO kullanımındaki askeri kapasitenin %10’unu oluşturacağını, bu yeni alışılmadık düzen ile ABD tarafından daha özverili bir paydaş olarak anılacağını ve düşük performans gösteren NATO üyesi Avrupa ülkelerini geride bırakarak birliğe (NATO) katkılarını arttırma umutlarına da sahip olduklarını ifade etti. ABD-Almanya ilişkilerinin sorunlu olduğu bu dönemde AKK, Washington ile yakın ilişkiler kurmak için çaba sarf ediyor. AKK, Trump, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’ya getirdiği güvenlik sorunlarının herhangi bir eşdeğerliliğinin kabul edilmemesi konusunda hızlı davranıyor – Almanya’daki iç siyasi çekişmede adları sık sık bir araya getirilmiş üç lider.– AKK’nın Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ın (E3) arasındaki temasları resmiyete dökme ve genişletmeye yönelik önerisi, Brexit sonrası Avrupa’da savunma ve güvenlik iş birliğini koruma ve destekleme yönünde pragmatik bir istekliliğe işaret ediyor.
Almanya savunma harcamalarını GSYİH’sinin derhal %2’sine yükseltirse, dünyadaki en büyük dördüncü savunma harcamasına sahip ülke olacak.
AKK’nın, 7 Kasım 2019 tarihinde Bundeswehr Üniversitesi’nde yaptığı ve E3’ün Avrupa’nın güvenlik mimarisinin kalıcı bir özelliği hâline gelmesini arzuladığını dile getirdiği konuşmada, aynı zamanda daha stratejik düşünen ve daha kararlı davranan bir Almanya umutlarını da ortaya koydu. Çin’i yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda güvenlik kaygısı olarak da tanımlayan bakan, Almanya’nın ‘askeri yolların bütün imkânlarını’ kullanmaya hazır olması gerektiğini savundu. Almanya’nın müttefiklerle birlikte daha fazla iş birliği yapması gereken alanlar olarak “Şahel ve Hint-Pasifik’i” vurguladı. Almanya’nın Mali’deki cihatçı askeri varlığının genişletilmesi “bildirildiğine” göre bir seyrüsefer özgürlüğü tatbikatında Alman firkateyninin Güney Çin Denizi’nden geçişiyle, Savunma Bakanlığı bünyesinde ilerlemektedir.
AKK’nın Ekim 2019’te dile getirdiği Kuzey Suriye’de uluslararası bir ‘güvenlik bölgesi’ kurulması önerisi, iç siyasi dinamiklerin en küçük bir kesimi tarafından öne sürülmedi. Ne yazık ki, teklif sadece Suriye meselelerinin pratikte gerçek güçleri olan Cumhurbaşkanları Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşen toplantıdan bir gün önce, iki lider arasında müzakere edildi ve AKK’nın bu beklenmedik fikrinin olanaksız hale geldiği açıklandı. Ancak yabancı eleştirmenler AKK’nın önerisinin diğer devletlerin gerekli insan gücü ve liderliğin çoğunu sağlayacağı varsayımını sözde saflık olarak vurgularken, öneri Alman iç siyasetinde kayda değer bir konu oldu. Çünkü yurtdışında askeri seçeneklerin tartışılmasını açıkça savunan bir Alman siyasetçi nadir olarak görünmeye devam ediyor.
Yetmiş yıllık Alman stratejik kültürü hızlı bir şekilde yenilenemeyecek, ancak AKK en azından Almanya’nın güvenlik endişeleri noktasında yerel & geleneksel bilginin bir kısmını değiştirmeye çalışacak gibi görünüyor. Bu süreçte, savunma ve güvenliğin Almanya’da, merkez sağ parti için bile oy kazandırıcı bir etken olamayabileceği yönündeki varsayımları da test etmiş oluyor.
Genel Görünüm
Bu gelişmeleri, özellikle AKK’nın siyasi geleceğine ilişkin belirsizlikler göz önüne alındığında, Alman dış ve güvenlik politikasında belirleyici bir değişimin kanıtı olarak yorumlamak için henüz çok erken. Almanya’nın önceki liderleri de daha önce benzer açıklamalar yapmışlardı. Almanya’nın siyasi liderlerinin 2014 Münih Güvenlik Konferansı’nda ‘daha fazla sorumluluk’ alma yönündeki koordineli vaatleri, hükümetin Rusya’nın Kırım’ı ilhakına tepki verilmesinde diplomatik liderlik etmesine katkıda bulunmuş olabilir, ancak alınan kararların çoğunun önemli bir güvenlik ortağının (Rusya) çıkarına kararlar olmaya devam ediyor.
Yinede zamanla, yeni bir şansölye ve hükümet ek bir ilerlemeyi teşvik edebilir. Şayet SPD’nin parolası ‘barış’ ise, CDU / CSU ile gelecekteki bir koalisyon hükümetindeki Yeşiller Partisi’nin parolasının ‘sorumluluk’ olabileceğine inanarak, bağlı bir dış politika ve güvenlik politikası yaratmak için daha istekli olabilir. Partinin insan haklarını koruma ve sivil toplumu destekleme konusuna verdiği önem, Çin ve Rusya’nın sorunları konusunda olası CDU/CSU koalisyon ortaklarıyla ve Fransa, İngiltere ve ABD gibi uluslararası müttefiklerle daha yakın bir uyum potansiyeli ortaya koyuyor. Partinin insan haklarını koruma ve sivil toplumu destekleme konusuna verdiği önem, Çin ve Rusya’nın sorunları konusunda olası CDU/CSU koalisyon ortaklarıyla ve Fransa, İngiltere ve ABD gibi uluslararası müttefiklerle daha yakın bir uyum yakalama potansiyeli ortaya koyuyor. İç kısıtlamalar ve gerginlikler, özellikle de sert askeri gücün kullanımı konusu beraberinde kuşkusuz devam edecek olsa da böylesi bir koalisyonun Avrupa’daki Alman liderliği için yeni vaatler sunması mümkün olmaya devam ediyor.
Çeviri: Yiğit Yavuz / EUROPolitika Dijital Editörü Orijinal Çalışma: