2021 Baharı itibariyle İskoçya’da gerçekleştirilen son seçimlerin ardından bağımsızlık tartışmaları yeniden öne çıkmış durumdadır. Her ne kadar İskoçya’da bu konu uzun süredir ilgi odağı olsa da, son seçimler İskoç kamuoyunun bağımsızlık ve dolayısıyla yeni bir referandum konusunda ikilemde kaldığını göstermiştir. İskoç Ulusal Partisi’nin seçimleri kazanmasına rağmen İskoç Parlamentosu’nda çok az bir açıkla da olsa çoğunluğu elde edemeyişi adeta bunun kanıtıdır. İkilemde, Birleşik Krallık hükümetinin İskoç bağımsızlığına karşı tutumu da etkileyici bir faktördür. Her ne kadar küresel salgın koşullarında İskoç bağımsızlığına yönelik çabalar ertelenmiş olsa da, İskoç hükümeti ile Birleşik Krallık hükümeti arasında bu erteleme dışında pek de ortak yön yokmuş gibi görünmektedir. Özellikle merkezi hükümetin Muhafazakar Parti temelli olması ve İskoç siyasetinin bu parti politikalarına yönelik yerleşmiş tepkisi ortaklığı iyice zorlaştırmaktadır.
İskoç Ulusal Partisi’nin son seçim manifestosu, bir başka deyişle bağımsızlık manifestosu çeşitli vurgularla hangi ilkelere önem verildiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda ilk sıraya daha iyi bir demokrasiye erişme isteği yerleştirilebilir. Manifestoda tüm İskoçya’nın İskoçların istediği yönde ilermesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Westminster hükümetleri dışında İskoç hükümetleri üzerinden daha iyi bir yönetişimin sağlanmasına işaret edilmiştir. Sağlık hizmetlerinin kamulaştırılmasının ve adil bir sosyal güvenlik sistemine ulaşılmasının önemi ifade edilmiştir. Sağlık alanı Covid salgını gölgesinde İskoç Ulusal Partisi için bağımsızlık yolunda daha da sembolik bir anlam taşımaya başlamıştır. Herkesin eşit olduğu ve insanların ihtiyaçlarını gözeten bir sosyal yapıyı inşa etme hassasiyeti yansıtılmıştır. Gelir vergisinin dondurulması vaad edilmiştir. Gençlerin üniversite, staj, iş imkanlarının geliştirilmesi ve profesyonel iş hayatına atılmadan önce fon desteklerinin sağlanması çağrısı yapılmıştır. İskoçya’nın maddi kaynaklarının nükleer silahlar için değil, İskoçların öncelikleri için harcanması önemsenmiştir. AB’ye yeniden üye olma hedefi ortaya konmuştur. İskoçya’nın uluslararası alanda çatışmaların çözümü ve barışın korunması için rol yüklenmesinin desteklendiği belirtilmiştir. Bunun için bir Barışı Koruma Enstitüsü’nün kurulması planlanmıştır. İskoç Parlamentosu’nun Westminster karşısında korunması vurgusu bir diğer dikkat çekici atıf olmuştur. Bu ifadenin daha somut hali ise şu şekilde dillendirilmiştir: “Geleceğimiz Boris Johnson tarafından kararlaştırılmamalıdır. Nicola Sturgeon liderliğine ihtiyacımız vardır.”
Söz konusu Boris Johnson olunca liderlik rekabetinin çetin geçtiği tahmin edilebilir. Seçim kampanyası sürecinde ve seçimlerden bugüne iktidar deneyimi kapsamında Johnson’ın Birleşik Krallık siyasetinde oldukça etkin ve dönüştürücü bir konuma geldiği görülmüştür. Net hedefler ortaya koyma, kararlılık, sağ ve sol taban desteğini alabilme, geniş oy potansiyeline sahip olma, güçlü liderlik, popülizmden beslenme, Krallık siyasetinde partilerarası geçişkenliğin artışı, artan güvenlik kaygıları ve bunun kontrolcü bir hükümet profiline adeta ihtiyaç doğurması gibi hususlar, gerek seçim kampanyası sürecinde gerekse de sonrasında bunlara karşılık veren Johnson’ın elini güçlendirmiştir. Kemer sıkma politikalarının kaldırılması, sağlık hizmetlerinin fonlanması, yatırımların arttırılması, göçün kontrol edilmesi, kolluk kuvvetlerinin arttırılması, güçlü bir hükümet ve yönetim yapısının kurulması, güvenliksiz dünyada daha da güvenli bir ülkenin yaratılması gibi vaadlerle de geniş bir desteğe kavuşmuştur.
Birleşik Krallık tarihsel süreç içinde başka bir gücün kendisini gölgede bırakması olasılığından hep endişe etmiş ve bunun olmaması için de hep çaba sarfetmiştir. Bu durum meydan savaşlarında ne kadar gerçekse, bugünün diplomatik zeminlerinde ve yerel yönetim mekanizmalarında da o kadar gerçek olmuştur (Marshall, 2019, ss. 120-122). Birleşik Krallık bugün Avrupa’da kendisinden daha güçlü bir ülkenin kıta politikasını şekillendirmesini istememektedir. Bunu coğrafi konumunun sağladığı doğal güvence koşullarında savunmaktadır (Marshall, 2019, ss. 120-122). Bu güvence koşullarında demokrasi ve özgürlük yolunda cesur adımları kıta Avrupası ülkelerine kıyasla çok erken yıllarda atabilmesi de onun güç iddiasında elini sağlamlaştırmıştır. Elbette 18. yüzyıldan bugüne Birleşik Krallık uluslararası alanda nüfuzunu kaybetmiştir, fakat gücünü korumayı ve artırmayı hiç ihmal etmemiştir (Marshall, 2019, ss. 120-122). Tüm bu koşullarda İskoç hükümetinin ve İskoç Ulusal Partisi’nin sol siyaset ve sosyal devlet hassasiyeti ile İskoçya’nın jeostratejik önemi, temsilcileri tarafından farklılaştırıcı bir siyasi çaba olarak savunulmaya devam edilmektedir. Devamını okumak için…