Analiz
8 Ekim 2020’de yayınlanan Haber yazımızın analizi
Avrupa Birliği (AB), 1-2 Ekim’de düzenlenen olağanüstü Avrupa Konseyi zirvesinde COVID-19 pandemisi, ortak pazar ve dış ilişkiler hakkında gelişmeleri değerlendirerek bir dizi kararlar aldı. Ancak zirvede görüşülen birçok konuya rağmen yayınlanan sonuç bildirgesinin en dikkat çeken noktası, üye ülke liderlerinin Türkiye ile ilişkiler ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginlik hakkında aldıkları kararlar oldu. 11 sayfalık bildirgede Doğu Akdeniz meselelerine 2 sayfalık yer ayrılırken bu 2 sayfanın tamamı Birliğin Türkiye ile sık sık gerginleşen ilişkilerine ciddi anlamda yön verebilecek maddelerle dolu. Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ve Konsey Başkanı Charles Michel dahil tüm liderler zirvenin ardından bildirge içeriğini ve AB’nin bu konudaki “kesin” tavrını dile getirse bile asıl soru yine yanıtsız kaldı: Birliğin aldığı kararlar Türkiye’nin tavrını değiştirebilecek ve AB ile iş birliği yapmaya ikna edebilecek mi?
Bu soruya bir yanıt verebilmek için ilk olarak zirveden Türkiye hakkında çıkan kararları incelememiz gerekir. Avrupa Konseyi 1-2 Ekim tarihli zirvesi sonuç bildirgesine göre Birlik, Doğu Akdeniz’de “istikrarlı ve güvenli” bir ortamın ve Türkiye’yle iş birliği içinde ve her iki tarafa fayda sağlayan bir ilişkinin AB’nin stratejik menfaatleri doğrultusunda olduğunu belirtiyor. Birlik ayrıca uluslararası hukuku ve AB üye ülkelerinin egemenlik haklarını ihlâl eden tek taraflı hareketlerin AB’nin çıkarlarına aykırı olduğunu belirterek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki gaz ve petrol arama çalışmalarına doğrudan bir atıfta bulunuyor. Bildirgede Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’la “tam dayanışma” içinde bulunulduğunun altı çizilirken bölgedeki çözümün uluslararası hukuk çerçevesinde barışçıl diyalogla bulunması gerektiği ifade ediliyor; AB, bu doğrultuda başlatılan Türkiye-Yunanistan istikşafı görüşmelerin de “hoş karşılandığını” ifade ediyor.[i]
Kritik 2 madde Türkiye’yi etkileyebilir mi?
“Girizgâh” olarak algılanabilecek 16, 17, 18 ve 19. maddelerden sonra bildirgenin Türkiye adına asıl önem taşıyan kısmı geliyor: 20. ve 21. maddeler, AB’nin dış politikada yaşadığı sorunların çözümü için takındığı tavır olan “havuç-sopa” denkleminin Doğu Akdeniz meselesinde de açık şekilde devreye girdiğini gösteriyor. Bu denklemde Birlik, yaşanan sorunda diğer tarafın AB’nin standartlarına uygun şekilde hareket etmesi durumunda çeşitli ekonomik imtiyazlar veya siyasi avantajlar verirken yaşanan anlaşmazlığın büyümesi hâlinde karşı tarafa çeşitli yaptırımlar uygulayabileceğinin sinyalini veriyor. 1-2 Ekim’de düzenlenen zirvenin bildirgesinde ise Türkiye’ye yönelik birkaç adet “havuç” ve açık şekilde “yaptırım” olarak bahsedilmese de endişe verici bir “sopa” sunuluyor, fakat Birliğin sunduğu “havuçlar” ve “sopa” Türkiye’nin AB’yle ilişkilerine yönelik tavırlarını değiştirmek için yeterli mi?
“Sürpriz havuç”: Gümrük birliği güncellemesi
İlk ve en önemli olumlu gelişme, Avrupa Konseyi’nin Türkiye tarafından yıllardır dile getirilen ancak AB liderleri nezdinde henüz dillendirilmemiş olan gümrük birliği güncellemesinin resmi bir şekilde gündemine taşıması olarak gösterilebilir. Türkiye ve AB arasında 1996 yılında yürürlüğe giren gümrük birliği anlaşması, tarım ve sanayi sektöründe görece kısıtlı bir alanı kapsıyor ve geçtiğimiz 24 yılda yaşanan gelişmelere uygun olarak güncellenmemesinden dolayı Türkiye adına önemli sorunlar teşkil ediyor. 2014’ten bu yana anlaşmanın yenilenmesi için Türkiye tarafından çağrılar yapılmasına ve Avrupa Komisyonu’nun 2016’da konuya dair Avrupa Konseyi’nden yetki talep etmesine rağmen Konsey konuyu hiçbir zaman gündemine getirmemiş, dolayısıyla Türkiye’nin çağrılarını yanıtsız bırakmıştı.[ii] Peki, anlaşmanın güncellenmesi Türkiye’ye neler kazandıracak? Tarım konusunda sadece kısıtlı imtiyazlarla kısıtlı kalan avantajların kapsamı genişletilecek, hızla gelişen hizmet sektörü de gümrük birliği kapsamına girecek ve kamu ihaleleri konusunda da AB’nin sunduğu imkanlardan faydalanılabilecek.[iii] Ancak bu konuda Türkiye’nin en önemli talebi ve Avrupa Konseyi’nin duyduğu en büyük endişe hâlâ değerlendirilmemiş durumda: Türkiye, AB’nin üçüncü taraf ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının karar alma sürecine gözlemci olarak katılmak istiyor, AB liderleri ise bu öneriye sıcak bakmıyor.[iv] Dolayısıyla gümrük birliğinin güncelleştirilmesi teklifi Türkiye için oldukça cazip gözükse de tek başına Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü çalışmaları tamamen sonlandırması ve AB’nin taleplerini yerine getirmesi için yeterli değil.
Vize serbestisi mi, “boş vaat” mi?
Gümrük birliği anlaşmasının yenilenmesinin yanı sıra Konsey’in bildirgesinde yer alan bir başka “havuç” ise “kişilerarası temas” (people to people contacts) olarak adlandırılan ve vize serbestisi yolunda bir adım olarak yorumlanan bir gelişme şeklinde öne çıkıyor.[v] Bilindiği üzere 2011’de başlayan Suriye iç savaşının en önemli sonuçlarından biri olan düzensiz göç, 2015 yılında zirve yapmış ve Avrupa Birliği’nin elini önemli ölçüde zorlamıştı. Üye ülkelerin arasında yaşanan gerginliği sonlandırma ve yaşanan büyük göç dalgasını kontrol altına alabilme için 2016 yılında AB ve Türkiye arasında yeni bir anlaşma imzalanmış, buna göre Türkiye’ye önemli bir miktar finansal yardım yapılmış ve Türkiye vatandaşları için vize serbestisi konusu gündeme gelmişti.[vi] Ancak dönemin Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker, 2016’da Türkiye’nin vize serbestisi için gereken 72 kriterin 65’ini tamamladığını, kalan 7 kriterin tamamlanmaması hâlinde Türkiye’ye bu imkânın tanınmayacağını belirtmişti. 2018 yılında 1 kriterin daha tamamlanmasıyla geriye sadece 6 başlık kalmış olsa da süreç tamamıyla durmuş ve vize serbestisi gündemi rafa kaldırılmıştı. Birliğin 1-2 Ekim zirvesinin ardından yayımladığı bildirgede “kişilerarası temas” adıyla yer alan ancak oldukça soyut ve içeriksiz bırakılan gelişme ise AB’nin Türkiye’ye yeniden vize serbestisi vaadinde bulunarak iki taraf arasındaki ilişkileri normalleştirmeye çalışması şeklinde yorumlandı. Fakat, bu gelişmeyi tamamen vize serbestisi yolunda bir adım olarak yorumlasak bile 2016’dan beri ilerleme kaydedilemeyen 6 kriterin göz ardı edilip edilmeyeceği bilinmiyor; bu yüzden “kişilerarası temasın” Türkiye’yi ikna edebileceğini söylemek oldukça güç.
2016’da AB-Türkiye anlaşmasını imzalayan dönemin Başbakanı Davutoğlu, Konsey Başkanı Tusk ve Komisyon Başkanı Juncker
Ek vaatler etkileyici değil
Yine 2016’da yapılan anlaşmaya uygun olarak “yüksek seviye temaslar” ve “göç konularında devam ettirilecek iş birliği” gibi maddeler ve AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in başkanlığında düzenlenecek bir Çok Taraflı Doğu Akdeniz Konferansı teklifi bildirgede gündeme getirildi.[vii] Bu gelişmeler kâğıt üstünde oldukça mühim gözükse bile hatırı sayılır bir etki yaratmayacak gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Türkiye ve AB, hâli hazırda mümkün olan en yüksek seviyede temaslara devam ediyor; buna örnek olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Temmuz ayında Brüksel’e giderek Konsey Başkanı Charles Michel’le temasa geçmesi ve AB Yüksek Temsilcisi Borrell’in yine Temmuz ayında Ankara’ya gelmesi gösterilebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Konsey Başkanı Michel ve Komisyon Başkanı Von der Leyen
Göç konularındaki iş birliği ise yaşanan gerginliğe rağmen devam ettiriliyor; Birliğin geçtiğimiz günlerde yayınladığı genişleme raporunda Türkiye’nin göç konusundaki harcadığı emek ve iki taraf arasında müşterek yürütülen çalışmalar, raporda oldukça geniş kapsamlı yer almıştı ve AB, Türkiye’nin bu alandaki çabalarından “ilerleme kaydedildi” ifadeleriyle bahsetmişti.[viii] Fakat gözden kaçmaması gereken en önemli gelişme, Mart 2020’de Türkiye’nin Yunanistan sınırını mültecilerin çıkışı için açacağı duyurusu olmuştu; Birlik, bu olayı oldukça sert bir dille eleştirmişti. Yine de iki tarafın göç konusunda iş birliği oldukça kuvvetli bir şekilde devam ediyor ve bu vaat bildirgede oldukça zayıf kalıyor. Borrell’in başkanlığında düzenlenmesi planlanan Doğu Akdeniz konferansı ise hangi ülkelerin katılacağı ve AB’nin “tarafsız arabulucu” görevini hakkıyla üstlenip üstlenemeyeceğinin belirsizliği yüzünden hatırı sayılır bir ağırlık taşımıyor.
“Yaptırım” olmayan yaptırımlar
AB, Doğu Akdeniz gerginliğinin yatışması için gerginliğin azaltılması durumunda Türkiye’ye birtakım fırsatlar sunmuş olabilir, ancak Aralık ayındaki olağan Avrupa Konseyi zirvesine kadar ilişkiler normalleşmezse Birliğin elindeki “tüm araçlarını ve seçeneklerini kullanacağı” da “havuç-sopa” denkleminin diğer yüzü olarak öne çıkıyor. GKRY’nin yoğun baskısına rağmen “yaptırım” kelimesi bildirgede kullanılmamış olsa da AB’nin Aralık’taki zirveye kadar yaşananları yakından takip edeceği ve uluslararası hukukun ihlâli durumunda “kendisinin ve üye ülkelerinin çıkarlarını korumak” için harekete geçeceğini açık bir şekilde ilan etmesi, sunulan “havuçlardan” daha etkili bir uzlaşı aracı olabilir.
AB Yüksek Temsilcisi Borrell ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu
Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin olası yaptırımlara karşı Doğu Akdeniz’de kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını savunmak konusunda geri adım atması çok muhtemel bir senaryo gibi gözükmüyor. Alınan bilgilere göre Yunanistan ve GKRY’nin baskıları üzerine bildirgenin ilk aşamalarında yer alan Kıbrıs adası açıklarında yer alan hidrokarbon kaynaklarının Kıbrıs Türklerinin de hakları gözetilecek şekilde paylaşılması maddesi bildirgenin son halinden çıkarılmış durumda.[ix] Bunun dışında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bildirgeye yönelik tepkileri, Türkiye’nin varılan noktadan hiç memnun olmadığını ancak diyalog kapısının hâlâ açık olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı’nın zirve sonrasında AB dönem başkanlığını yürüten Almanya’nın şansölyesi Angela Merkel’le gerçekleştirdiği görüşmede zirvede varılan sonuçların “yeterli olmadığını” ve AB’nin Yunanistan ve GKRY’nin “şantajına teslim olduğunu” belirtti.[x] Buna ek olarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ise İtalyan mevkidaşı Luigi di Maio’yla Roma’daki temaslarının ardından 1-2 Ekim’deki zirve hakkında “beklenen sonuçların gerçekleşmediğini” ifade etti.[xi] Buradan anlayabiliriz ki Türkiye, AB’nin verdiği vaatler ve üstü kapalı da olsa ifade ettiği yaptırım tehdidinden etkilenmiş değil.
Sonuç olarak, AB liderlerinin gündemi değerlendirmek için olağanüstü şekilde toplandığı Avrupa Konseyi zirvesi, Türkiye adına önemli gelişmeler içermiş olsa da AB-Türkiye ilişkilerini yeniden olumlu bir yola oturtma konusunda pek umut verici gözükmüyor. Birlik, uzlaşının zor elde edildiği dış politika alanında Türkiye’yle daha yumuşak bir tonla temas edilmesi gerektiğini savunan Almanya ve Türkiye’ye yönelik çok daha sert bir tavır takınılmasının şart olduğunu öne süren Fransa, Yunanistan ve GKRY arasında Doğu Akdeniz meselesinde yine imtiyazlar-yaptırımlar ikilisini devreye soktu. Ancak Türkiye, Birliğin sunduğu “havuçları” yetersiz bulduğunu, “sopayı” ise ciddiye almadığını bir kez daha ifade ederek yoluna devam edeceğini açıkladı. Türkiye’nin bu tutumuna ise AB’nin nasıl cevap vereceğini önümüzdeki Aralık ayında göreceğiz.
Oğuzhan SABUNCU | Analiz | EUROPolitika Dergisi Editör Yardımcısı
Photo: Anadolu Ajansı (AA)
Referanslar
[i] https://data.consilium.europa.eu/doc/document/ST-13-2020-INIT/en/pdf
[ii] https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/gumruk-birligi-guncelleme-bekliyor/1353385
[iii] https://www.avrupa.info.tr/en/customs-union-modernisation-54
[iv] https://www.ab.gov.tr/gumruk-birligi_46234.html
[v] https://data.consilium.europa.eu/doc/document/ST-13-2020-INIT/en/pdf
[vi] https://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2016/03/18/eu-turkey-statement/
[vii] https://data.consilium.europa.eu/doc/document/ST-13-2020-INIT/en/pdf
[viii] https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/turkey_report_2020.pdf
[ix] https://www.politico.eu/article/at-summit-eu-leaders-talk-tough-on-turkey/
[x] https://www.reuters.com/article/idUSA4N2AJ02D
[xi] https://www.aa.com.tr/en/turkey/turkey-s-top-diplomat-calls-for-urgent-dialogue-with-eu/1998045#