RÖPORTAJ
Oğuzhan SABUNCU- Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde önümüzdeki dönemde neler bekliyorsunuz? Pandeminin etkileri, AB’nin gerek ekonomik sorunlarla gerekse iklim kriziyle mücadele etmek için attığı adımlar ilişkilerde ne gibi değişikliklere yol açar? Size göre neler yaşanabilir, ilişkilerin yeniden ilerlemesi için neler yaşanmalı?
Doç. Dr. Başak ALPAN-Türkiye-AB ilişkileri gibi uzun vadeye yayılmış ve çok farklı dinamiklerle ve mekanizmalarla belirlenen bir ilişkide neyin ne olacağını söylemek çok zor. Ama ben hiçbir siyasi aktörün (ne Türkiye’de ne AB’de) tam bir kopuşa yol açacak bir eylemin siyasi yükünü sırtlanmayacağını düşünüyorum. Yani yakın gelecekte tam bir kopuş olmayacak ama hepimizin de gördüğü gibi Türkiye-AB ilişkilerinde adaylık perspektifi neredeyse tamamen kayboldu. Bu hem AB’nin genişleme perspektifinin zayıflamasıyla -ya da sınırlı olmasıyla diyelim- ve son yaşanan Covid-19, Brexit gibi kriz gündemleriyle, hem de Türkiye ile olan ilişkinin mülteci politikası gibi transaksiyonel ve sektörel konulara indirgenmesiyle yakın ilişkili…Tabii ki kriz demişken Avrupa Birliği’nin gündemini ve önceliklerini oluşturan dijitalleşme ve iklim krizi gibi konular bağlamında da Türkiye ile kurulan ilişkinin sınırlılığını vurgulamak lazım. Örneğin 27. Fasıl ‘Çevre’ açık olan bir Fasıl olduğu için elbette ilgili bakanlıklar gereken düzenlemeleri yapıyorlar, Yeşil Mutabakat çerçevesinde de AB ile müzakereler devam ediyor. Ama ben hala çevre konusundaki uyumlanmanın daha çok teknik düzeyde kaldığını ve geniş bir perspektiften değerlendirilmediğini düşünüyorum.
Oğuzhan SABUNCU- Aralık 2020 Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nden hemen önce başlayan yoğun diplomasi trafiği, AB liderlerinin Türkiye’ye yönelik bir yaptırım uygulama kararı almaması üzerine aynı yoğunlukta devam etti ve meşhur ‘Sofagate’ olayının yaşandığı Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ve Konsey Başkanı Charles Michel’in Ankara ziyaretiyle bir doruk noktasına çıktı. Ancak iki tarafın tartışılan konular arasındaki çok temel meseleler olan 2016 Mutabakatının uygulanması ve göç konusunda işbirliği dışında pek bir anlaşmaya varamadığı da söylemlerden anlaşılabiliyor:
Bu noktada sizce bu görüşmeler dizisi iki taraf arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinde elle tutulur bir sonuç yaratılmasını sağlar mı?
Doç. Dr. Başak ALPAN- Uzun süredir siyasi kınama mesajlarını saymazsak AB’de bir Türkiye gündemi yoktu. Bu nedenle gerek ikili siyasi zirvelerin gerekse gündemin Türkiye olduğu Konsey zirvelerinin yapılması yeni bir gelişme ve ilişkilerin düzeltilmesi için bir fırsat yaratabilir. Demin de söylediğim gibi ilişkilerin göç gibi teknik konulara hapsolması Türkiye’nin adaylık perspektifini daraltsa da iletişimin sürmesi ve ‘Pozitif Gündem’ gibi ilişkileri canlandırmaya yarayan adımların atılmasının her zaman olumlu olduğunu düşünüyorum.
Oğuzhan SABUNCU- AB’nin 2020 yılının ikinci yarısında ve 2021 yılındaki Konsey zirvelerinde Türkiye’ye sunduğu “pozitif gündem” çerçevesinde Gümrük Birliği modernizasyonu, ticaret kolaylığı, üst düzey diyalog mekanizmaları, toplumlar arası bağlantılar ve göç alanında işbirliği gibi teklifler yer alıyor. Bu teklifler, atılması gereken “somut adımlar” düşünüldüğünde yeterli mi?
Doç. Dr. Başak ALPAN- ‘Pozitif Gündem’ ve içerdiği somut adımlar olumlu olsa da yeterli değil, zaten başka bazı dinamikleri düşünmeksizin gerçekçi de değil. Örneğin Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, Paris Anlaşması’nı imzalamayan bir Türkiye tarafından nasıl başarılacak? Ya da kamu ihalelerindeki şeffaflık, diğer kurumsal düzenlemeler olmadan nasıl başarılacak? Bu nedenle bahsettiğiniz somut adımları, teknik, doldurulması gereken kutucuklar olarak değil daha geniş politik ve hukuki bir dönüşüm süreci olarak görmek gerekiyor.
Doç. Dr. Başak ALPAN
Oğuzhan SABUNCU- Birlik, 2016’da imzalanan göç anlaşması dahilinde gündeme gelen vize serbestisinin yürürlüğe girmesi için 6 kriterin yerine getirilmesi konusunda ısrarcı davranıyor. “Pozitif gündem” dahilinde bu konu da AB’nin vereceği bir tavizle masaya yatırılabilir mi? Türkiye’nin tavrını nasıl etkiler?
Doç. Dr. Başak ALPAN- Avrupa Komisyonu, 72 kriterin 65 tanesinin karşılandığını 4 Mayıs 2016 tarihinde yayımladığı Vize Serbestisi Diyaloğu hakkındaki raporu ile onayladı, Aralık 2018’de de Türkiye, AB kriterleriyle uyumlu pasaport basımına uygun yükümlülüğünü yerine getirdi, yani bu altı kriter meselesi en az 3 yıldır gündemde. Ben Birlik tarafının bu konuda taviz vermeyeceğini, Türkiye tarafının kriterlerin karşılanması için çaba harcayacağını düşünüyorum. Günün sonunda vize serbestisi, seçmen kararını ve politikacıların algılanmasını birebir etkileyen bir unsur. Ben böylesi bir manevranın siyasi irade tarafından muhakkak önemsendiğini ve bu bağlamda bürokratik sürecin de ivme kazanacağını düşünüyorum.
Oğuzhan SABUNCU- İki taraf arasındaki “samimiyet eksikliği” sorununun birçok kaynağı olduğu aşikâr. Bu sorunu çözmek için üst düzey diyaloğun yoğunlaştırılması ve toplumlararası hareketliliğin/temasın artırılmasının bir yararı olur mu, yoksa temel sorun siyasi liderlerin birbirine karşı duyduğu samimiyet eksikliğinden mi kaynaklanıyor?
Oğuzhan SABUNCU (EUROPolitika Dergisi Yazarı)
Doç. Dr. Başak ALPAN- Türkiye’deki Avrupa söylemlerine bakarsanız devamlılığı en tutarlı olan söylem 19. yüzyıldan beri ‘çifte standart’ söylemidir. Bu, Birlik açısından böyle değil, Birlik, Türkiye’ye bakışını ve ‘samimiyet eksikliği’ vurgusunu zaman zaman yapıyor. Böylesi sürekliliği olan bir algı, aktörlere bağlı değişmekten çok yapısal bir soruna işaret eder. Ben ‘Pozitif Gündem’in vurgularından olan insani etkileşimi ve hareketliliği çok önemsiyorum ve toplumlara olumlu yönde etkisi olacağını düşünüyorum. Ama bence etkileşim ne kadar çok olursa olsun bu ‘samimiyet eksikliği’ vurgusu hep olacak, çünkü siyasi gündeme tahvil edilmesi kolay bir kavram. Aslolan, haklar ve özgürlükler bağlamında gereken dönüşümü sağlayıp müzakere sürecini sürdürmek. Türkiye bunu gerçekleştirebilirse böyle olumlu bir tabloda ‘’samimiyet eksikliği’ olsa olsa arada bir liderler tarafından kullanılan bir serzeniş cümlesi olur.
Oğuzhan SABUNCU- Türkiye’nin AB ile ilişkilerini düzeltme yolundaki en önemli aşamalardan biri, sıklıkla tekrarlanan hukuk ve ekonomi reformları olarak öne çıkıyor. Bu doğrultuda Türkiye, yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı ve Hazine ve Maliye Bakanı’nın “Takvimini hazırladık” dediği ekonomik reform gibi çeşitli adımlar atacağını açıkladı. Bu adımlar AB tarafından yeterli bulunur mu? Bulunmazsa sizce ne gibi adımlar atılmalı? Bu alanda da daha önce bahsettiğimiz “samimiyet eksikliği” bir sorun teşkil eder mi? Röportajın devamını okunmak için…