Bir Modern Diplomasi Yöntemi Olarak Enerji Diplomasisi

europolitika
Avrupa Birliği – Rusya İlişkilerinin Enerji Diplomasisi Bağlamında İncelenmesi

 

2012 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Rotham Clinton “Enerji ABD dış politikasının tamamının ötesine geçiyor. Bu bir ulusal güvenlik meselesidir. Enerji, küresel ekonominin kalbindedir. Aynı zamanda bir demokrasi ve insan hakları meselesidir” diyerek enerjinin önemini, kapsamını ve diğer konularla olan sıkı ilişkisini ortaya koymuştur. (U.S. Department of State)

 

En basit tanımıyla yaşam için gerekli olan bir kaynak şeklinde ifade edilecek olan enerji bugün dünya siyasetine yön veren ana konu başlıkları arasındadır. 20. Yüzyılın başından itibaren enerji uluslararası ilişkilerin en önemli konularından biir haline gelmiş böylece enerji diplomasisi ortaya çıkmıştır.

 

Bir modern diplomasi yöntemi olan enerji diplomasisi geleneksel diplomasiden oldukça farklı özelliklere sahip olmakla birlikte karmaşık bir nitelik göstermektedir. Enerji diplomasisinde karar vericiler bilim çevreleri ve düşünce kuruluşları ile birlikte çalışmalı ve uzun dönemli amaçlara yönelmelidir. Enerji her gün büyüyen ve yenilenen bir alandır.

 

Bu noktada enerjinin gelecek yıllarda daha önemli bir uluslararası ilişkiler konusu olacağını, enerji diplomasisinin daha da önem kazanacağını söylemek mümkündür. Bu bağlamda bu çalışma Enerji Diplomasisini inceleyecek ve bu bağlamda Avrupa-Birliği ile Rusya ilişkilerine değinecektir.

 

Çalışmanın ilk bölümünde kavramsal ve kuramsal çerçeve ortaya konacaktır. Kuramsal çerçeveyi oluşturmak adına Realizm ve Liberalizm karşılaştırması yapılacak, kavramsal çerçevede ise dış politika, diplomasi, enerji diplomasisi, enerji güvenliği kavramlar açıklanacaktır. İkinci bölümde ise enerji diplomasisinin gelişimi incelenecek, teorik çerçevede sunulan argümanları tartışmak üzere iki örnek olay üzerinden gidilecektir. Son bölümde ise AB ve Rusya’nın enerji politikaları incelenecek, birbirleriyle olan ilişkileri Kuzey Akım projesi bağlamında ortaya konacaktır.

 

KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

 

Bu bölümde ilk olarak çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturmak adına diplomasi, dış politika, enerji diplomasisi ve enerji güvenliği kavramları açıklanacaktır.

 

Dış politika en temelde “bir devletin diğer devletlere veya devletler grubuna ya da bir bölgeye yönelik izlediği siyasal tutumun adı ve devletin resmî kurumları tarafından yönetilen süreç” olarak tarif edilmektedir. (Özdal, 2018,s:31) Dış politikanın tanımına dair çeşitli teorik yaklaşımlarda farklı tanımlamalar mevcut olsa da dış politika basitçe “uluslararası sistem içinde bir devletin diğer devletlere yönelik davranışları” olarak tanımlanmaktadır. (Özdal, 2018, s:31)

 

Sık sık dış politika ile karıştırılan diplomasi ise aslında devletin dış politikada aldığı kararları hayata geçirmek adına kullandığı araçlardan biri, hatta en bilinenidir. (Özdal, s:31) Özdal, diplomasiyi “dış politikanın bir aracı olup; uluslararası sistemdeki aktörler arasındaki ilişkilerin barışçıl yöntemlerle ve görüşmeler yoluyla sürdürülmesidir” diyerek açıklamaktadır. (Özdal, s:43)

 

Diplomasi tüm siyasi ve sosyal alanlar gibi zaman içinde değişim geçirmiştir. Bu bağlamda diplomasi, geleneksel diplomasi ve modern diplomasi olarak iki alanda incelenmektedir. Geleneksel diplomasiyi “bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin arar vericilerine iletilmesi süreci” olarak tanımlamak mümkündür. (Yılmaz, 2017, s:139) Geleneksel diplomasinin aktörü egemen devletlerdir ve niteliği geçicidir. Geleneksel diplomasinin uluslararası ilişkileri anlayışı devlet-devlet düzeyindedir ve bu alanı diplomatlar arasındaki etkileşime dayalı olarak görmektedir. (Yılmaz, s:139) Geleneksel diplomasinin ana konusunu yüksek politika konuları oluşturmaktadır. (Abedi, 2018)

 

Modern diplomasi ise en basit tanımıyla günümüz dünyasında devletlerin uyguladığı diplomasi türüdür. Modern diplomasi, geleneksel diplomasinin aksine kalıcı ve sürekli nitelik taşımaktadır. (İskit, 2018, s:6) Modern diplomaside aktör yalnızca egemen devletler değildir, uluslararası örgütler ve hatta enerji diplomasisinde de görüldüğü üzere çok uluslu şirketler de diplomasinin aktörleri arasındadır. (Çatal & Doğan, 2018, s:17-18)

 

Geleneksel uluslararası ilişkiler anlayışında hükümetlerin eylemleri somut güç odaklıdır ve diplomasinin içeriği de bir savaş ve barış meselesidir ama yeni uluslararası ilişkiler anlayışında terörizm, göç, uyuşturucu kaçakçılığı, enerji, çevre ve iklim krizi, insan hakları gibi konular da uluslararası ilişkilerin gündemini oluşturan konular arasındadır Uluslararası toplumun gündemine oturan bu konularla diplomasi de dönüşüm geçirmiştir ve Uluslararası ilişkilerin gelişmesi, devletlerin birbirleriyle olan etkileşimin artmasıyla yeni diplomasi türleri ortaya çıkmıştır. (Abedi,2018) Bu alanlardan biri enerji diplomasisidir.

 

Enerji diplomasisinin tanımı üzerine fikir birliği sağlanamamıştır. Bu noktada en çok kullanılan tanımlardan biri Goldthau’ya aittir. Goldthau enerji diplomasisini “enerji kaynaklarına erişimi güvence altına almak için dış politikanın kullanılması ce enerji sektöründe işbirliğinin desteklenmesi” şeklinde açıklamaktadır. (Goldthau, 2010, s:25) Enerji diplomasisinin, kaynaklara erişimin sağlanması ve bir ülkenin enerji arzını güvence altına almak için dış politikanın araçsal kullanımı olduğuna dair yorumlar mevcuttur. (Goldthau, 2010, s:28)

 

Hakan Akbulut ise enerji diplomasisini “bir ülkenin gücünden ve birikiminden kaynaklanan genelde stratejik hedeflere ulaşmayı amaçlayan ve dış politika hedeflerinin gerçekleştirilmesine katkı sağlayan çok yönlü faaliyetler ve temaslar” olarak tanımlamaktadır. (Akbulut) Enerji diplomasisinin özel bir politika hedefi olarak belirlenmesi 2007 yılında gerçeklemiştir. Dönemin ABD Başkanı George Bush tarafından imzalanan Enerji Bağımsızlığı ve Güvenliği Yasası’nda, enerji diplomasisi özel bir politika hedefi olarak belgelenmiştir. (Energy and U.S. Foreign Policy) Fakat enerji diplomasisi aslında çok daha eski bir geçmişe sahiptir.

 

Enerji diplomasisi, enerji kaynakları ile ilgili kuralları, enerji fiyatları ve verimliliği, enerji altyapısı ve üretimi, kullanımı ve enerji geçişi, enerjinin düzenlediği ilişkiler gibi bir dizi konuyu kapsamaktadır. Enerji, tarım, iklim, kalkınma, ekonomi, çevre, dış ilişkiler gibi birçok arenada etkili olan politik bir alandır. (Tosun) Enerji politikte coğrafya önemli bir husustur ama bundan kasıt jeopolitikte olduğu gibi değişmez bir coğrafi alan değildir. Enerji politikte coğrafi alan; değiştirilebilir, kullanılabilir ve yeniden oluşturulabilir bir alandır. Örnek vermek gerekirse daha önce planda olmayan bir alan bir boru hattı güzergahında bulunması nedeniyle jeopolitik açıdan önemli hale gelebilmektedir. (Doğan, 2018, s:20)

 

Enerji diplomasisini daha iyi anlamak için öncelikle enerji güvenliğini anlamak gerekmektedir. En temelde enerji güvenliği “enerji kaynadığının üretici olan ülkeden çıkartılarak uygun piyasa fiyatları çerçevesinde, güvenli istikametler üzerinden problemsiz olarak sürdürülebilir bir şekilde tüketici ülkeye transferi” şeklinde tanımlanabilmektedir. Enerji güvenliğinin devletler için ne denli önemli olduğu 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi ile kendisini göstermiştir. Böylece enerji, Soğuk Savaş sonrasında başlıca güvenlik konularından biri haline gelmiştir. (TUİÇ, 2014)

 

Enerji güvenliğinin açıklanması enerji diplomasisinin anlamlandırılması açısından önemlidir. Rasyonel devlet enerji politikalarını, enerji güvenliğini sağlama çerçevesinde belirlemektedir. Enerji ihraç eden devletler, ürettikleri enerjiyi transfer ederken fiyat açısından çıkarlarını maksimize etmeye çalışırken enerjide dışa bağımlı olan devletler güvenli bir şekilde enerjinin transferinin sağlanması çerçevesinde enerji politikalarını belirlemektedir. Hem enerji üreticisi hem de tüketicisi ülkeler için ortak bir enerji güvenliği sorunu daha vardır: enerjinin transfer edileceği boru hatlarının güzergahı. Bu konu ilerleyen bölümlerde detaylıca açıklanacaktır.

 

Esasen enerjinin diplomatik bir araç olarak kullanılmaya başlanması 19. Yüzyılda başlamıştır. Çünkü bu tarihten itibaren artık kömür, endüstriyel bir araç haline gelmiştir. İlerleyen zamanlarda kömürün yerini petrolün almasıyla birlikte dünyanın neredeyse tamamını etkileyen çok önemli dönüşümler meydana gelmiştir. (Akbulut) Bu nedenle enerjinin ülkelerin dış politikalarında önemli bir noktaya gelmesi 20. yüzyıl ile birlikte karşımıza çıkmaktadır. (Doğan, s:18-19) Hatta 20. yüzyıldan itibaren petrol devletlerarası ilişkileri ve politikaları belirleyen ana unsurlardan biri olmuştur. (Akbulut)

 

Enerji uluslararası ilişkilerde aynı zamanda bir çatışma unsuru ve güç mücadelesi alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkelerin enerji konusunda temel hedefleri, enerjiyi elinde bulundurma yani enerji sahibi olma, enerji kaynaklarını kontrol etme ve enerji akışının güvenliğini sağlamaktır. (Sel, 2018) Sonuçta enerji geçtiğimiz yüzyıl ile birlikte uluslararası ilişkilerin ve ülkelerin dış politikalarının en önemli konu başlıklarından biri haline gelmiştir.

 

Bu noktadan itibaren Realizm ve Liberalizm enerji politikalarına, enerji güvenliğine ve enerji diplomasisine bakış açısını kavramak için karşılaştırma yapılacaktır. Bu bağlamda ilk olarak Realizm incelenecektir.

 

Realistler kaynağı ne olursa olsun uluslararası sistemin doğasına rekabet ve mücadelenin hâkim olduğunu ileri sürmektedirler. Morgenthau bu durumu “uluslararası siyaset, tüm siyaset gibi, güç için bir mücadeledir” diyerek açıklamaktadır. Realistler için devletin uluslararası arenada hedeflerini elde edebilmek için kullanabileceği temel araç güçtür. (Ersoy, 2019, s:166-168)

 

Realist teori, güvensizlik, korku, prestij, çıkar gibi unsurların devlet adamını yönlendiren temel güdüler olduğunu varsaymaktadır. Bu unsurlardan güvensizlik, güvenlik ikilemini beraberinde getirmekte ve korkuyla birleşen bu düşünce de savaşlara yol açmaktadır. Ahlaki değerler Realizme göre, devlet adamının gözetmek zorunda olduğu unsurlardan değildir çünkü devlet adamının gözetmek zorunda olduğu devletin çıkarlarıdır. Devlet adamı, öncelikle devleti dış tehditlerden korumakla yükümlüdür. (Arı, 2013, s:167)

Realizmin temelini oluşturan düşünceye göre doğal hale anarşi hakimdir. Uluslararası sistem de anarşik bir yapıdır çünkü kural koyan bir üst otorite bulunmamaktadır. Her devlet kendini korumak zorunda olduğundan her devlet kendi çıkarına göre hareket edecektir. Realizmin bir diğer önemli varsayımı ise devletlerin tek tek güvenliğini sağlayacak bir merkezi otoritenin olmadığı uluslararası yapının anarşik olduğudur. (Arı, 2013, s:167)

 

Enerji diplomasisini realist kuram açısından incelemek gerekirse asimetrik bağımlılık kavramına odaklamak gerekmektedir. Realistlere göre karşılıklı bağımlılık, eşitlik getirmemektedir ve bağımlı tarafı dezavantajı duruma düşürmektedir. Örnek vermek gerekirse enerji ithal eden ülke, enerji ihraç eden ülkelerin fiyat artırması veya ambargo uygulaması durumunda kırılgan hale gelmektedir. Bu nedenle enerji konusunda asimetrik bağımlılık söz konusudur. Hatta bazı realistlere göre enerji piyasasında etkin olan çok uluslu ve devletlere bağlı enerji şirketlerini de asimetrik bağımlılık kategorisine almaktadır. Realistler enerjiyi, yalnızca ekonomik açıdan değil aynı zamanda siyasi açıdan da ele alırlar ve ulusal güvenliğin ana unsurlarından biri olarak kabul etmektedirler. (İpek, 2012, s:229)

 

Realizme göre uluslararası sistemde enerji güvenliği devlet tarafından sağlanmaktadır. Burada doğal kaynak milliyetçiliği kavramını açıklamakta fayda vardır. Buna göre, bir ülkenin uluslararası sistemdeki konumuna ve enerji arz/talep boyutuna göre enerji güvenliği araç ve amaç olabilmektedir; enerji kaynaklarına sahip olan veya bu kaynaklardan mahrum olan devletler için enerji kaynakları uluslararası ilişkilerde güç veya kontrol artırma amacı olabilmektedir. Buna örnek olarak ABD’nin 2003 yılında Irak’a düzenlediği harekât gösterilebilir. Yine aynı şekilde enerji ihracatı yapan ülkeler tarafından enerji güvenliği bir tehdit veya pazarlık aracı olarak kullanılabilmektedir. Örnek olarak Avrupa Birliği’nin doğal gaz konusunda Rusya’ya olan bağımlılığı verilebilir. (İpek, s:230)

 

Realizm, enerji piyasasının oligopolistik yapısından dolayı asimetrik bağımlılık kavramını ön plana çıkararak dış politika sürecinin devlet merkezli olması gerektiğini öne sürmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi Realizm, uluslararası sistemin anarşik yapısına vurgu yapmaktadır. Bu nedenle Realizme göre uluslararası sistemde özel sektör ve devlet petrol şirketleri enerji güvenliğini sağlamakta yetersiz kalacaktır ve nihai sorumluluk yalnızca devletin elinde olacaktır. (Şöhret, 2015, s:11)

 

Bu noktadan itibaren Liberalizm incelenecektir. Liberal düşüncenin temelleri çok eski çağlara kadar uzanmaktadır. Antik Yunan ve Romalı Stoacılara kadar uzanan köklü geleneğe sahip bir düşünce olan Liberalizm, uluslararası ilişkiler sahnesinde, çeşitli aktör türlerinin bulunduğu küreselleşen bir dünyadan söz etmektedir. (Viotti ve Kauppi, 2017, s:33)

 

Liberalizm açısından kurumların önemi büyüktür. Realizmden farklı olarak Liberalizm uluslararası ilişkilerdeki tek aktörün devletler olduğu düşüncesine karşı çıkmakta, ana aktör olarak kabul edilen devletlerin yanına uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları, çok uluslu şirketleri ve bireyleri de eklemektedir. (Viotti ve Kauppi, 2017, s:33)

 

Liberal teoride karşılıklı bağımlılık kavramı ön plana çıkmaktadır. Buna göre devlet ve devlet dışı aktörler uluslararası ilişkilerde ve uluslararası politik ekonomide karşılık bir etkileşim içindedir. Bu noktada Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık Teorisini açıklamakta fayda vardır.

 

Nye ve Keohane, Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık yaklaşımını üç başlık altında toplamaktadır. İlk başlık çoklu bağlantıdır. Buna göre devlet yetkilileri artık yalnızca resmi görüşmelerde iletişim kurmamakta, aynı zamanda gayri resmi olarak da birbirleriyle görüşmektedirler. Üstelik bu iletişim yoğunluğu yalnızca devlet yetkilileri arasında değil, hükümet dışı elitler ve uluslararası örgütlerin de arasında mevcuttur. İkinci başlık konular arası hiyerarşi yokluğudur. İç politika ve dış politika arasındaki ayrım bulanıklaşmıştır. Uluslararası gündemi meşgul eden konular çok çeşitli hale gelmiştir. Bu nedenle artık güvenlik ilke ilgili konular daimî olarak gündemi meşgul etmeyecektir. Üçüncü başlık ise askeri gücün azalan rolüdür. Buna göre karşılıklı bağımlılığın artması nedeniyle devletlerin birbirlerine karşı askeri müdahale uygulamaktan kaçınmasına yol açmaktadır. (Al & Katıtaş, 2017, s:16-17)

 

Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık teorisi açısından enerji güvenliği konusu incelendiğinde üç unsur ön plana çıkmaktadır.

 

  • Birçok unsur enerji güvenliği konusunda etkilidir; devletler enerji güvenliği konusunda tek belirleyici değildir. Bu noktada Neoliberalizmin uluslararası ilişkilere bakış açısı ön plana çıkmaktadır. Zira bu düşünceye göre uluslararası ilişkiler de devletten başka aktörler de vardır.
  • Konular arası hiyerarşi yokluğunun en bariz ortaya çıktığı alan enerjidir. Enerji yalnızca güvenlik açısından değil, çevre ve ekonomi açısından da dış politikanın önemli bir meselesidir. Çünkü enerji güvenliği, çok boyutlu bir konudur.
  • Askeri müdahale ihtimalinin azalması: Devletlerin birbirlerine karşı bağımlılığının giderek artmasıyla birlikte özellikle gelişmiş devletler arasında askeri güç kullanım ihtimali azalmıştır. Temel güvenlik meseleleri haricinde, siyasi ve ekonomik uyuşmazlıklar konusunda askeri güç kullanımı ve buna yönelik tehditler giderek azalmaktadır. Bu noktada enerji politikaları ve enerji bağlamında da bağımlılık artmakta ve askeri güç yerine diplomasi yöntemi kullanılmaktadır. Burada altı çizilmesi gereken en önemli husus ise bu durumun gelişmiş ülkeler arasında geçerli olmasıdır. (Şöhret, s:13-14)

 

Nye ve Keohane, Realizmin öngördüğü asimetrik bağımlılık ortamında “duyarlılık ve “savunmasızlık” durumlarına değinmiş ve güç kavramını tanımlamaya çalışmıştır. Bu tanıma göre aktörlerin sistem içindeki hareket yetenekleri ve konumları onların gücünü belirlemektedir. Duyarlılık kavramı diğer aktörleirn politikaların belli bir politika çerçevesinde tepki verme derecesiyle bağlantılıdır. Bunu değişen duruma bağlı olarak değişen politika maliyeti de denebilmektedir. Savunmasızlık ise bu politika değişikliğinden sonra da maliyetlere katlanmayı sürdürmektir, politika değişse de maliyetten kaçmak mümkün değildir. (Telli, 2015, s:55)

 

Neoliberalizme göre uluslararası sistemin anarşik karakteri işbirliği yapmak için bir engel oluşturmamaktadır. Bu sistemde devlet dışı aktörler de bulunmaktadır ve yukarıda da belirtildiği gibi bu aktörler birbirlerine karşı karşılıklı olarak bağımlıdır. Bu bağımlılık uluslararası örgütlerin işbirliğini artırmaktadır. Neoliberaller bu işbirliğinin en önemli noktasının “mutlak kazanç” olduğunu vurgulamaktadır. Mutlak kazanç düşüncesine göre aktörlerin işbirliği yaptıktan sonra ne kadar kazandıkları önemli değildir, önemli olan kazanmış olmalarıdır. Uluslararası arenada barışın tesisi için de işbirliğinin ve uluslararası örgütlenmelerin önemine vurgu yapılmaktadır. (Al & Katıtaş, s:36)

 

Keohane’e göre uluslararası işbirliği, hükümetlerin izledikleri politikaların ve ortaklar arasındaki politika eşgüdümünün sonucunda, hükümetlerin hedeflerine ulaşmasını kolaylaştıran bir süreçtir. Bu nedenle neoliberal kurumsallaşmanın ana noktası uluslararası rejimlerdir. İç ve dış politika ayrımının bulanıklaştığı, siyasetin gündeminin her geçen gün yoğunlaştığı uluslararası sistemde devletler, işbirliğine ve uluslararası kurumların varlığına geçmişe göre çok daha fazla ihtiyaç duymaktadırlar. Ekonomi ve güvenlik kaygıları çerçevesinde devletler, uluslararası kurumların içişlerine karışmasına müsaade etmekte ve hatta zaman zaman bunu beklemektedirler. (Sıvış, 2020, s:799-800)

 

ENERJİ DİPLOMASİSİNİN GELİŞİMİ

 

Enerji diplomasisi, enerji ve diplomasi arasındaki bağlantı bağlamında askeri müdahaleler yeni bir olgu değildir. Enerji diplomasisi, hem devletler düzeyinde hem de kamusal alanda güçlü bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. (Goldthau, s:25)

 

Bu noktada ABD’de 1839 yılında açılan ilk petrol kuyusu bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Buradan çıkarılan petrolün akıbeti, ateşleme ile çalışan motorun icadıyla değişmiştir. 20. Yüzyılın başında gerçekleşen bu keşif ile başta ABD olmak üzere Fransa, İngiltere ve Almanya’da araç sayısı hızla artarak milyonlara ulaşmıştır. Bu alandaki ekonomik gelişmeler de hızla artmış ve yine başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin petrole bağımlılığı artmaya başlamıştır ve petrol kısa sürede stratejik hammadde haline gelmiştir. Petrolün öneminin giderek artmasıyla birlikte devletler için kesintisiz petrol temini, dış politikalarının temel hedeflerinden biri olmuştur. Böylece 20. Yüzyıl öncesinde oluşmayan koşullar oluşmuş ve enerji diplomasisi ayrı bir diplomasi çeşidi olarak ortaya çıkmıştır çünkü enerji uluslararası ilişkilerin temel belirleyici unsurlarından biri haline gelmiştir.

Son 100 yıl içinde enerji diplomasisine etki eden olayları şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Birinci Dünya Savaşı ve İngiltere’nin Orta Doğuya Yerleşmesi,
  • Soğuk Savaş,
  • 1950’li Yıllarda Başlayan Petrol Şirketlerinin Millileştirilmesi Akımı,
  • 1960 Yılında OPEC’in kurulması,
  • Küresel Büyüklükte Petrol Şirketlerinin Öne Çıkması,
  • 1973 Petrol Krizi,
  • SSCB’nin Dağılması ve Soğuk Savaş’ın Bitişi,
  • Körfez Savaşı,
  • 11 Eylül Saldırıları,
  • ABD’nin Irak ve Afganistan’a Yönelik Operasyonları,
  • Rusya Federasyonu’nda Putin, İran’da Ahmedinejad dönemi,
  • Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna Müdahaleleri,
  • Arap Baharı ve Sudan’ın Bölünmesi. (Alodalı & Usta, 2017, s:165)

 

Geçtiğimiz yüzyılda enerji diplomasisine yön veren en önemli gelişmeler yaşanmıştır.  Bu bölümde İngiltere’nin Orta Doğu’ya yerleşmesi ve İran’da başlayan petrolün millileştirilme rüzgârı ve OPEC’in kurulması ve 1973 Petrol Krizi incelenecektir.

 

  1. Yüzyılda Orta Doğu’da çeşitli yöntemlerle İngiltere’nin tespit ettiği petrol varlığı Osmanlı Devleti hakimiyeti altındadır. 20. Yüzyılın başından itibaren İngiltere’nin ana stratejilerinden biri petrol siyaseti olmuştur. (Şöhret, s:29)

 

  1. Yüzyılın sonundan itibaren İngiltere, Orta Doğu’da her zaman etkin bir aktör olmuştur. (Deniz, 2014, s:30) Buradaki en önemli gelişme Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıdır. Bunun ardından başta İngiltere olmak üzere birçok devlet Orta Doğu’da daha rahat harekete edebilme imkânı bulmuştur.

 

Bu noktada Bağdat Demiryolu’na değinmekte fayda vardır. Berlin-Bağdat-Basra hattındaki demiryolu İngiltere tarafından risk teşkil etmiştir. Çünkü bu demiryolunun inşası ile söz konusu bölgelerdeki petrol, Batı’ya rahat bir şekilde transfer edilecektir. Bu nedenle Bağdat Demiryolu ilk büyük enerji nakit hattı olarak gösterilmektedir. Demiryolu anlaşması gereğinde Almanlara, demiryolunun 20 kilometre solunda ve sağında maden arama yetkisi verilmiştir. İngiltere tarafından bu anlaşma büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı’nın temel nedenleri arasında enerji paylaşımı bulunmaktadır demek yanlış olmayacaktır. (Şöhret, s:31)

 

İngiltere’nin 1932 yılında İran’da bulunan Abadon petrolleri ile ilgili hak iddia etmesi ve bu iddiadan önce imzalanan imtiyaz anlaşmasının Rıza Pehlevi tarafından feshedilmesi enerji diplomasisi bağlamında önemli bir örnektir. Bunun üzerine gerginlik artmış ve İngiliz Donanması Basra Körfezi’ne girmiştir. Kriz Milletler Cemiyeti’nin araya girmesiyle çözülmüştür ve 1933 yılında İran, İngiltere ile Anglo Persian Oil Company (AIOC) şirketi bir anlaşma yapılmıştır. (Sağlam, 2014, s:4) Bu hisse ile İngiltere’nin hisseleri artırılmıştır. İranı’ın hisseleri ise yalnızca %17 olarak belirlenmiştir. (Kuduoğlu, 2019, s:43)

 

Aslında İngiltere’nin buradaki mücadelesi temelde İran ile değil Rusya iledir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İran anlaşmanın değiştirilmesini istemiştir çünkü İngiltere’nin ödediği parayı az bulmaya başlamıştır. (Sağlam s:4) İlerleyen bölümlerde değinilecek olan petrolün millileştirilmesi rüzgârı İran’da başlamıştır. Böylece İran petrolü 1951 yılında millileştirilmiştir. 1954 yılında ABD’nin arabuluculuk yapmasıyla imzalanan yeni anlaşma ile İngiltere %40 hisse almıştır. (Sağlam, s:4)

 

Bu anlaşmanın ardından İran Şah’ı Körfez’de askeri bir sorumluluk üstlenmeye başlamıştır. Bu sorumluluk ile ABD, İran ve İngiltere arasında 1971 yılında yapılan gizli bir anlaşmaya dayanmaktadır. Bu anlaşmaya göre İran, Körfez Jandarması rolünü üstlenecek ve silahlandırılacaktır. Buradaki amaç SSCB’nin bölgede etkin olmasını engellemektir. İngiltere, bölgedeki enerji kaynakları üzerinde Rus etkisi istememektedir. (Sağlam, s:4)

 

1950’li yıllarla birlikte enerji kaynakları konusunda hızla artan millileştirme akımı da enerji diplomasisinin gelişimine yön veren unsurlardan biridir. (Deniz, s:30) Yukarıda açıklanan İran-İngiltere anlaşması bu noktada daha da derinleştirilecektir. İran Şah’ı, 1933 yılında İngiltere’nin lehine yapılan anlaşmayı kamuoyu ile paylaşıcan petrolün millileştirilmesinin yolu açılmıştır. Şah’a muhalif olan Musaddık’ın başını çektiği Milli Cephe hareketi kurulmuştur ve bu hareket siyasi kampanyasını İngiltere’nin etkisindeki AIOC üzerine kurmuştur. Hareket, petrol endüstrisinin millileştirilmesini talep etmiş, bu taleplerini gerçekleştirmek için de kamuoyuna yönelik kampanyalar düzenlemiştir. Aynı zamanda petrolün millileştirilmesinin dini bir mücadele olduğunu söyleyerek destek toplamışlardır. (Kuduoğlu, s:43)

 

İran petrol sanayisinin millileştirilmesi tasarısı 15 Mart 1951’de mecliste kabul edimiştir. Musaddık ise 1951 yılında Şah tarafından Başbakan olarak atanmıştır. Bu atamanın arkasında kamuoyu baskısı vardır. Başbakan Musaddık’ın hükümet programındaki temel amaç petrolün millileştirilmesi yasasının hayata geçmesi ve buradan gelecek gelirle ekonomisinin canlandırılmasıdır. Böylece Ulusal İran Petrol Şirketi kurulmuştur. Bu şirketin kurulmasındaki amaç; petrolün kontrolünün AIOC’den alınıp milli şirkete devredilmesidir. İngiltere ise İran petrolü üzerindeki kontrolünü kaybetmek istememiştir ve yapılan müzakereler sonucunda taraflar uzlaşamamıştır. (Kuduoğlu, s:54-55) İngiltere, taleplerini kabul etmeyen İran’a ambargo uygulamaya başlamıştır ve bu ambargoya başka Batılı devletler de eklenince İran ekonomisi ciddi şekilde zarar görmüştür. 1953 yılında Musaddık hükümetine yönelik darbe yapılmıştır. Birçok uzman darbenin arkasında petrol konusunda Musaddık ile anlaşamayan İngiltere ve ABD olduğu görüşünü ileri sürmektedir.[1]

 

Musaddık, iktidarı kaybetse de petrol konusundaki millileştirme rüzgârı bir kere esmeye başlamıştır. İran’da petrolün sanayinin millileştirilmesi süreci ilk bölümde ortaya konan asimetrik bağımlılık ve doğal kaynak milliyetçiliği konusunda uygun bir örnektir. Enerji diplomasisine yön veren bir diğer nokra 1973 petrol krizi ve OPEC’tir. (Deniz, s:30) Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü yani bilinen ismiyle OPEC, 1960 yılında petrol şirketlerinin fiyat indirimi uygulama ihtimaline karşı kurulmuştur. Kuruluş amacı petrol üreticisi ülkelerin gelirlerini korumaktır. (Özdemir, 2018, s:475) OAPEC ise OPEC ülkesi Arap devletleri ile Suriye ve Mısır’dan oluşmaktadır ve 1967 yılında Arap-İsrail Savaşı bilinen ismiyle 6 Gün Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Kuruluş amacı petrol ihraç eden Arap ülkelerinin daha güçlü işbirliği yapmalarını sağlamaktır. (Öztürk & Saygın, 2017, s:3-4-)

 

1973 yılında patlak veren petrol krizin temeli aslında 1970 yılı itibariyle hazırlanmaya başlamıştır. OPEC ülkeleri, kendi topraklarında etkin olan özellikle birçoğu ABD’ye bağlı olan petrol şirketleri ile ortaklık kurmaya başlamış ve böylece pazarlık konusundaki konumlarını güçlendirmişlerdir. (Öztürk & Saygın, 2017, s:3)

 

6 Ekim 1973 tarihinde başlayan Arap-İsrail savaşı, petrol krizinin görünen nedenini oluşturmaktadır. ABD’nin İsrail’i desteklediği yönündeki düşünce, Arap ülkelerini topraklarını geri almak için petrol ile siyasi baskı oluşturma yoluna itmiştir. Kısaca petrol krizi OAPEC’in Arap-İsrail Savaşı’nda ABD’nin İsrail’e destek verdiği gerekçesiyle ilan ettiği petrol ambargosudur. Bununla birlikte OAPEC, petrol üretimi kademeli olarak azaltılmıştır. (Öztürk & Saygın, 2017, s:) Petrol ambargosunu yukarıda bahsedilen petrol sanayinin millileştirilme rüzgarı ile birlikte düşünmek gerekmektedir.

OAPEC’in bu hamlesiyle tüm devletlerin ekonomilerini sarsacak büyüklükte bir kriz ortaya çıkmıştır. Devam eden birkaç yıl boyunca enerji piyasalarında söz söyleyen aktörün OPEC olduğu görülmektedir. Buna karşılık 1974 yılında Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma örgütü kapsamında Uluslararası Enerji Ajansı kurulmuştur. Batı merkezli olan bu örgütün amacı Petrol Krizi sırasında yaşanan aksaklıkları önlemek ve ülkeler arasında ortak girişimleri önlemek amacıyla kurulmuştur. (Pala, 1993, s:75) OPEC ve UEA’nın kurulmasıyla birlikte enerji diplomasisinde sahneye örgütlü mücadelenin çıktığı söylenebilir. (İskit, s:16) Bununla birlikte uluslararası ilişkileri teorileri çerçevesinden bir değerlendirme yapıldığında; OPEC bir uluslararası örgüttür ve petrol krizinde sisteme etki hatta enerji piyasasına yön vermiştir. Üstelik buradaki tek devlet dışı aktör OPEC değildir. Çok uluslu petrol şirketleri de Petrol krizinin ana aktörleri arasındadır. Burada kısaca özetlemek gerekirse; devlet dışı aktörlerin uluslararası rejime etki edebildiği görülmüştür.

 

ENERJİ DİPLOMASİSİ BAĞLAMINDA AVRUPA BİRLİĞİ VE RUSYA FEDERASYONU İLİŞKİLERİ

 

Bu bölümde öncelikle Avrupa Birliği’nin ardından Rusya’nın enerji politikaları açıklanacak, son olarak AB ve RF’nin enerji diplomasisi bağlamında ilişkileri değerlendirilecektir. AB ve RF’nin enerji diplomasisi bağlamında örnek olay olarak Kuzey Akım Doğalgaz projesi incelenecektir.

 

2000’li yıllardan itibaren Rusya’nın enerji ihracatçısı rolü artarken Avrupa Birliği’nin de Rus doğal gazına ilgisi artmıştır. AB üye ülkelerin enerji politikaları genelde farklı ilgi alanlarından dolayı farklılık göstermektedir. Kimi ülkeler enerji konusunda Rusya ile iş birliğine mesafeli yaklaşmaktadır. (Hazakis & Proedrou 2012, s:5-6)

 

Avrupa Birliği’nde enerji sektörünün merkezileşmiş olduğunu söylemek mümkün değildir. AB enerji politikasında hem kurumlar hem de üye ülkeler farklı alanlarda da olsa önemli rol oynamaktadır. Enerji politikalarında kurumsallaşmanın gerçekleşmesi adına Avrupa Komisyonu enerji alanında birtakım yetkiler almıştır fakat yine de üye ülkeler arasındaki görüş ve ihtiyaç farklılığı Avrupa Birliği’ni enerji konusunda tek ses olmaktan alıkoymaktadır. (Hazakis & Proedrou, s:5-6) Devamını okumak için

 

Kübra YILMAZ | EUROPolitika Dergisi Yazarı

*Milli Savunma Üniversitesi, ATASAREN Uluslararası İlişkiler ve Bölgesel Çalışmalar Yüksek Lisans Öğrencisi

 

Referanslar: 

[1] “İran Musaddık ve Darbe”, https://orsam.org.tr/tr/iran-musaddik-ve-darbe/?fbclid=IwAR1HFBfyZNHDhiA1i_j5x4LrgPM8EBrS1upEZV7YRX817iNs9jXhY5hVkMU (Erişim Tarihi: 02.06.2020)

 

Total
0
Shares
Previous Post

Baltık Bölgesi’nin Rusya İçin Önemi

Next Post

EUROPolitika Akademi | WORKSHOP (II)

Related Posts