Giriş
Avrupa Birliği Komisyonu 11 Aralık 2019 tarihinde, 2050 yılına kadar dünyadaki ilk iklim nötr birlik olmak amacıyla Yeşil Mutabakat’ı (European Green Deal) politika önceliklerinden biri olarak sunmuştur. Doğayı ve vahşi hayatı korumayı, gelecek nesillere sağlıklı bir gezegen bırakmayı hedefleyen AB, Yeşil Mutabakat ile tıpkı Franklin Delano Roosevelt tarafından 1933 yılında sunulan “Yeni Düzen” programı gibi yönetişimi, ekonomiyi ve çevreyi önemli ölçüde değiştirmeyi amaçlamaktadır. İklimle ilgili sorunların ele alınarak, çevre için uzun vadeli bir vizyon belirlendiği bu planla; tarımdan ulaştırmaya, kimyasallardan enerji sektörüne uzanan, yeni bir büyüme stratejisi hazırlanmıştır. Ancak Yeşil Mutabakat’ın başarısı AB içindeki bütün aktörlerin olduğu kadar, diğer ülkelerin de sürdürülebilir kalkınmaya olan katılımına bağlıdır. Küresel kolektif eylemin gerektirdiği bu dönüşüm, iklim nötr aktörler olmanın ekonomik ve teknik olarak mümkün olduğunu göstermesinin yanı sıra, karbonsuz bir ekonomiye geçiş açısından aktörler için küresel rekabette geniş ve kapsamlı fırsatlar sunmaktadır. Bu anlayışla, AB’nin ardından Çin, Eylül ayında iklim stratejisini yayınlamış, Joe Biden yönetimi de Donald Trump’ın çekildiği Paris İklim Antlaşması’na geri dönmüştür. AB’nin öncülüğünü üstlendiği yeşil dönüşümde liderlik pozisyonunu koruması, bu politikanın ABD-Çin arasında başka bir rekabet alanına dönüşerek birliği arka planda bırakmaması için AB; dış ticaret, uluslararası yatırım ve finansman alanlarında politika değişiklikleri öngörmüştür. AB’nin iklim diplomasisinin inceleneceği bu yazıda, öncelikle Yeşil Mutabakat ile ortaya konulan stratejiler hakkında bilgi verilecektir. Ardından mutabakatın küresel etkileri değerlendirilerek, öneriler sunulacaktır.
Yeşil Mutabakat ve AB’nin Geleceği
Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından belirtildiği üzere, 2010-2019 dönemi, kaydedilen ortalama sıcaklıkların bu zamana kadar yapılan ölçümler arasından en yüksek olduğu yıllar olmuş, küresel sıcaklık, sanayi öncesi döneme kıyasla 1°1C artmıştır. Küresel ısınmanın her zamankinden daha çok kaygı yarattığı bu dönemde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, koltuk sayısını arttıran Yeşiller, Ursula von der Leyen’in Komisyon başkanı olarak seçilmesi için gereken desteğin sağlanması için, iklim konusunda somut adımlar atılmasını şart olarak sunmuştur. (Brzozowski & Stam, 2019) Ursula von der Leyen, deniz seviyesinde rekor düzeyde yükselmenin, aşırı sıcakların gerçekleştiği bu senede, iklim krizi konusunda artan endişelere kayıtsız kalmayarak, Komisyonun öncelikli politika ilkelerinden biri olarak Yeşil Mutabakat’ı açıklamış ve bu görev için Frans Timmermans’i birinci başkan olarak atamıştır. AB bu doğrultuda Paris Anlaşmasının hedefleriyle uyumlu olan sera gazı emisyonunu 2030 yılına kadar en az %40 azaltma hedefini en az %55 olarak değiştirmiş ve 2050 yılında iklim nötr bir kıta olmayı hedeflediğini açıklamıştır.
Dünyadaki karbon emisyonlarının %10’undan sorumlu olan AB, 1990 yılından 2018’e kadar emisyonları %23 azaltırken, GSYİH’sini de %61 arttırarak daha zengin olmanın daha fazla kirletmek anlamına gelmediğini, kanıtlamıştır. (Valatsas, 2019) Önümüzdeki otuz yıl içerisinde ise bu başarısını, bir dizi kapsamlı eylem planı ve strateji ile katlamayı ve 2050 yılında karbon ayak izini sıfırlamayı amaçlamaktadır. Bu hedefe ulaşma tasarılarından biri olan “Döngüsel Ekonomi Eylem Planı[1]” ile sürdürülebilir ürünleri, hizmetleri ve iş modellerini norm haline getirerek, kapsamlı ve birbiriyle ilişkili bir dizi girişim sunmaktadır. Plan ayrıca, tüketim kalıplarını değiştirerek, kullan-at alışkanlığının yerine, kullan-geri dönüştür-yeniden kullan’ın almasının, üretimden-paketlemeye, tedarik zincirinden-tüketime kadar bütün aşamalarda doğal tahribatı önlemek amacıyla belirli standartlar uygulanmasının üzerinde durmaktadır. Örneğin; bu plan kapsamında elektronik eşyaların uzun ömürlü olabilmesi için “tamir hakkı” getirilmesi, ekodizayn tedbirlerinin geliştirilerek, tekstil sektöründe yeniden kullanımın arttırılması gibi hedefler yer almaktadır. Yeşil Mutabakatın temel yapı taşlarından biri olan “Tarladan Sofraya Stratejisi[2]” ile Ortak Tarım Politikası’nı mutabakatla koordineli hale getirmeyi, pestisitlerin ve antimikrobiyallerin kulla nımını azaltmayı, gıda israfının önüne geçmeyi planlamaktadır. İkinci olarak “Enerji Sistemi Entegrasyonu Stratejisi[3]” ile yeşil dönüşümü gerçekleştirmek için güneş ve rüzgar enerjisi kullanılarak enerji verimliliğinin arttırılmasını istemektedir. Bu amaçla elektirikli arabaların şarj noktalarının arttırılması, elektirifikasyon uygulanması zor olan hava ulaşımı gibi sektörler için yenilenebilir hidrojenin kullanılması öngörülmektedir. Son olarak “Sürdürülebilirlik İçin Kimyasallar Stratejisi[4]” ile ekosisteme ve insan sağlığına zararlı olan kimyasalların tespit edilerek, üretimde kullanılmasının engellenmesini, endüstriyel inovasyonların desteklenmesiyle güvenli ve sürdürülebilir kimyasalların üretiminin gerçekleştirilmesini amaçlamıştır.
İklim değişikliyle ve çevresel bozulma ile mücadele etmek ortak çaba gerektirmekle birlikte, AB içindeki tüm ülkeler bu girişimde aynı noktada bulunmamaktadır. Örneğin, Norveç’te 2019 yılında satılan otomobillerin çoğu hibrit ya da elektrikli modellerden oluşurken veya Almanya’da elektriğin %50’sine yakını yenilenebilir kaynaklardan elde edilirken, Polonya ve Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin büyük bir kısmı yenilenemez enerji kaynaklarına dayanmaktadır. (Neri, 2020) AB bu durumu gözeterek, karbon yoğunluluklu ekonomik aktivitelerin yüksek oranda yer aldığı bu ülkelerde, yeşil dönüşümün geride kimseyi bırakmadan gerçekleşebilmesi için “Adil Geçiş Mekanizması”nı oluşturmuştur. Bu mekanizmayla beraber kömür endüstrisine bağlı işlerde çalışan insanların gereken eğitim programları sağlanarak, düşük karbonlu sektörlerde iş bulması ve geçişten en çok etkilenecek bölgeler için “Adil Geçiş Fonu”ndan maddi yardım sağlanması amaçlanmıştır. Adil Geçiş Mekanizmasının finansmanının AB Bütçesi, InvestEU aracı ve Avrupa Yatırım Bankası’nın katkılarıyla sağlanması öngörülmüştür.
Yeşil Mutabakat ve Küresel Etkileri
Yeşil Mutabakat raporunda da belirtildiği gibi iklim değişikliğinin küresel zorluklarıyla mücadele etmek çok taraflı eylemi gerektirmektedir. AB bu doğrultuda Paris Antlaşması’nı etkili bir şekilde uygulamayan ülkelerle serbest ticaret antlaşması imzalamayacağını belirtmiş, mutabakatın gerektirdiği dönüşüm hedeflerinin gerçekleşmesi, birlik sanayisi üzerindeki maliyetinin azaltılması ve rekabetçiliğin korunması için “Sınırda Karbon Düzenlemesi”nin uygulanmasını gündeme getirmiştir. Bu düzenlemeyle, ithalat fiyatının eşyanın içerdiği karbon miktarına göre hesaplanması planlanmakla birlikte, düzenlemenin hangi sektörleri kapsayacağı henüz belirtilmemiştir.
Yeşil Mutabakatın başarısı kolektif eylemle doğru orantılı olduğu için AB, diğer ülkelerle iş birliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu doğrultuda Çin, Eylül ayında gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında 2060 yılında iklim-nötr olmayı hedeflediğini açıklamış, ardından AB ve Çin arasında yapılan zirvede küresel ısınma ile mücadele için “Yüksek Düzeyli İklim ve Çevre Diyaloğu[5]” kurulmasına karar verilmiştir. AB ve Çin’in ekonomilerini karbonsuzlaştırması, hem karşılaşılan zorlukların iş birliği ile üstesinden gelebilecekleri, hem de düşük karbonlu sektörler ve yeşil teknoloji için gereken hammaddeler konusunda liderlik yarışına girecekleri anlamına gelmektedir. Çinliler bu mantığı iyi kavramış olmalı ki; Avrupalılar, Pekin’in DTÖ kurallarını ihlal eden uygulamalarına karşı yapılan baskının, rejimi iklim değişikliğini durdurma çabalarından vazgeçmesine neden olabileceğinden endişelenirken, Çin bugün güneş enerjisinde dünyadaki en büyük yatırımcı olmasının yanı sıra lityum pillerin %77’sini üretmekte ve küresel elektrikli araç stokunun %47’sine sahip durumunda olarak karşımıza çıkmaktadır. (Rohac, 2020)
Atlantik’in batı yakasında ise, ABD başkanı Joe Biden Paris İklim Anlaşmasını imzalayarak ABD’nin de 2050 yılında iklim nötr ülke olacağını duyurmuştur. ABD’nin yeniden iklim değişikliğine karşı mücadelede lider konumuna geleceğini belirten Biden, bu doğrultuda, Kanada’dan Meksika Körfezi’ne ham petrol getirecek ve yılda yaklaşık otuz beş milyon arabanın ürettiği kadar emisyona neden olacak Keystone XL Boru Hattı’nı iptal eden bir emir imzalamış, çiftçiler için yeni çevre dostu politikaları teşvik edeceğini belirtmiş, elektrik santrallerinden ve otoyollardan kaynaklanan kirlilikten etkilenen şehirlere kaynak ayıracağını ve temiz enerjiye yatırım yapacağını açıklamıştır. (Volcovici & Hunnicutt, 2021) AB, ABD’nin Paris Antlaşması’na geri dönmesini her ne kadar memnuniyet ile karşılasa da Washington’ın yeşil enerjiye ve teknolojiye geniş kaynaklar aktarması, bloğu bu yarışta geride kalma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır.
Bu noktada, AB’nin taraflarla iş birliği yapabileceği ve rekabet edeceği alanları belirleyerek hareket etmesi gerekmektedir. İlk olarak Çin konusunda yapılması gereken yeşil teknoloji ve enerji sektörü yatırımlarında eşit şartlı faaliyetler alanının korunmasını teşvik etmek olacaktır. Ayrıca, Pekin’in hem kömür endüstrisine hem de yeşil teknolojiye yatırım yaptığı değerlendirildiğinde, ülkenin karbon emisyonu hedeflerinin ön bir tarihe çekilmesi için destek verilmeli ve kaydettiği gelişmelerin düzenli olarak izlenmesi için bir mekanizma oluşturulmalıdır. Sınırda Karbon Düzenlemesi bu açıdan büyük önem taşımaktadır. AB eğer bu mekanizmayı ticaret ortaklarıyla beraber uygulamaya başlayıp, DTÖ gibi platformlar aracılığıyla uluslararası bir düzenleme haline getirmeyi başarabilirse, hem daha fazla ülke karbon emisyonlarını düşürmek için çaba gösterecek hem de karbon sızıntısı önlenecektir. Örneğin; ABD ve Japonya gibi ülkeler “Sınırda Karbon Düzenlemesini” uygulamaya başlarsa, şirketler ve ülkeler bu büyük pazarlara satış yapabilmek için düşük-karbonlu teknolojilere yatırım yapmaya başlayacak ve daha çok ülke katıldıkça karbon fiyatlandırma konusunda küresel bir yaklaşım benimsenebilecektir. (Tsafos, 2020)
Çin küresel güç olma yönünde “Bir Kuşak Bir Yol” gibi projelerle ticaret ortaklarını genişleterek ilerlerken, Kuzey Afrika’daki yatırımlarını da arttırmıştır. Bu nedenle, AB eğer yeşil dönüşümde lider olmak istiyorsa Kuzey Afrika ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmeli ve bu bölgedeki yeşil dönüşümü desteklemelidir. Örneğin; Fas ve Tunus hem güneş enerjisinde hem de rüzgâr enerjisinde sahip olduğu potansiyelle AB için büyük bir fırsat sunmaktadır. Bu bağlamda, Fas ve Tunus’ta yeşil enerji sektörünün geliştirilmesine yönelik yapılabilecek AB yardımları hem bu ülkelerin ekonomik olarak kalkınmalarına yardımcı olacak hem de istihdam yaratılarak düzensiz göçün azalmasında etkili olabilecektir. (Bennis, 2021) Buna ek olarak, coğrafi yakınlığı düşünüldüğünde AB’nin ihtiyacı olan hidrojen, Fas’tan ve gereken enerji tesislerinin inşasıyla birlikte Tunus’tan boru hatlarıyla elde edilebilecektir. Devamını okumak için
Referanslar
[1] Circular Economy Action Plan için bakınız: https://ec.europa.eu/environment/circular-economy/pdf/new_circular_economy_action_plan.pdf
[2] A Farm to Fork Strategy için bakınız: https://eur-lex.europa.eu/resource.html?uri=cellar:ea0f9f73-9ab2-11ea-9d2d-01aa75ed71a1.0001.02/DOC_1&format=PDF
[3] An EU strategy for Energy System Integration için bakınız: https://ec.europa.eu/energy/sites/ener/files/energy_system_integration_strategy_.pdf
[4] Chemicals Strategy for Sustainability için bakınız: https://eur-lex.europa.eu/resource.html?uri=cellar:f815479a-0f01-11eb-bc07-01aa75ed71a1.0003.02/DOC_1&format=PDF
[5] EURACTIV haberi için bakınız: https://www.euractiv.com/section/eu-china/special_report/eu-china-cooperation-on-climate-green-engines-of-global-economic-recovery/