By Christoph von Marschall
Cristoph von Marschall’ın yorumuyla; Rusya, 1945 Yalta Konferansı’nı baz alarak Avrupa’yı zorla bir bölünmenin içinde bırakmak istiyor. Oysa ABD, Çin ve Tayvan nedeniyle buna seyirci kalamaz.
Amerikan Başkanı, enerjisini iç politikadaki projelerini kongreye getirmeye yoğunlaştırmak istiyor ve 2022 seçimlerinde çoğunluğu kaybetmekle tehdit ediyor.
Putin de onu Ukrayna sınırındaki askeri konuşlandırmasıyla bir video-görüşmesine zorluyor. Açıkçası Rusya, 1945 Yalta bağlamında Avrupa’daki etki alanlarını elde etmek istiyor. Çünkü bu gerçekleştirdiği takdirde sınır eskiye göre daha doğuda olacak. Bu sebeple Moskova, Ukrayna ve Belarus üzerinde hak iddiasında bulunuyor.
Photo: shutterstock
Birisini istemediği bir görüşmeye zorlamak bir de üstüne bundan taviz vermesini medet ummak akıllıca bir davranış mı? Cevap belli, tabii ki de değil. Ancak Putin, şu an cazip bir müzakere ortağı olarak görünebileceği bir konumda bulunmuyor. Zaten ne Ukrayna’ya ne de ABD’ye sunabileceği yapıcı teklifleri de yok. Kiev de şüphesiz ki tekrar Rusya’nın boyunduruğu altına girmeye niyetli değil. Ayrıca Putin, yıkıcı tehdiler savurmaya başladı.
Onun müzakere stratejisi, Batı’da çıkar çatışmalarının çözümünde yaygın bir şekilde kullanılan al-ver yönteminden tamamen farklı bir psikolojiyi takip ediyor hatta göç dengeleri de işin içine girdiğinde daha şaşırtıcı bir hal alıyor. Ekonomik olarak Rusya’dan 14 kat daha güçlü olan Amerika, AB ortaklığıyla bu oranı 25’e çıkarıyor.
Askeri açıdan da Nato, Rusya’ya karşı ezici bir üstünlüğe sahip. Peki nasıl oluyor da zayıf olan güçlü olanı tehdit edebiliyor?
Aslında bir yolu var. Putin, Biden için uygun olmayan bir zamanda onu “bağımsız bir Ukrayna ne kadar önemli” sorusuyla düşüncelerini süzgeçten geçirmeye zorluyor. Biden’ın iç politika önceliklerinden sapmak istememesi ve Ukrayna’yı Putin’in pençesine kaptırmama hedefine çok fazla zaman veya kaynak harcamak istememesi durumu daha anlaşılır kılabilir.
İşin İçinde Çin Olmasaydı Biden Vazgeçmeyi Düşünebilirdi
İç politikada başarısız olma riski kefeye konulduğunda, Ukrayna kendi içinde ikinci sırada yer alıyor. Biden’ın yaptığı veyahut yapmadığı şeyler, Çin ve Tayvan’ı da ilgilendiriyor. ABD, görece zayıf bir Rusya’nın, bağımsız Ukrayna’yı kontrolü altına almasına göz yumarsa çok daha güçlü bir Çin, bunu Tayvan’ı ciddi sonuçlardan korkmadan işgal edebileceğine dair bir işaret olarak görebilir.
Video görüşmesi, aslında gelecekteki dünya düzenini içeriyor. Putin, 1989’da başlayan özgürlük döneminin merkezi anlaşmalarına uymadı. Zaten 1990 Paris Şartı’nda Moskova, ittifak sistemlerini özgürce seçme hakkını her devlete vermişti. 1994 Budapeşte Muhtırası, Ukrayna’ya nükleer silahlarını teslim edebilmesi için sınırlarının dokunulmazlığını garanti etmişti.
Artık Karara Varılmalı: Gaz İşletmeleri ya da Sınırlama
Kremlin ordularının ilerlemesiyle siyasi kontrol imkanı veren Yalta’nın vaad ettiği dünyanın hayallerini kuran Rusya, bu konuda üstelemeye devam ediyor. Ukraynalıların çoğunluğunun gönüllü olarak onunla iş birliği yapmasını kimse beklemiyor ki zaten bu durum anlaşmalarla da uyuşmuyor.
1989 sonrası özgürlük döneminden nelerin nasıl muhafaza edildiği sorusu sadece Biden’ın cevaplaması istenen bir soru değil. Yeni kabine de istediğinden daha hızlı karar vermek zorunda kalacak: Putin’in kendi ordusunu finanse ettiği enerji işleri yani Nord Stream hala bundan sorumlu olabilir mi? Yoksa Almanya da mı bir sınırlamaya gitmeli?
Yazan: Cristoph von Marschall
Çeviren: İsmail Çiçek
Makale Orijinal Başlığı: Für Biden ist Putin ein Quälgeist
Photo: shutterstock