Angela Merkel’in hukukun üstünlüğü mirası: Bölünmüş bir Avrupa

OĞUZHAN SABUNCU

Alman Şansölye, Macaristan ve Polonya’daki otoriteryan liderleri dizginlemeyi başaramayarak kötü bir sorunu daha kötü hale getirdi.

ÇEVİRİ | ANALİZ

BY MATTHEW KARNITSCHNIG

 

Bu, Şansölye Angela Merkel’in son Noel mucizesi olarak hatırlanacak.

Pandeminin kötüleşmesi ve karantina önlemlerinin daha da katılaşmasıyla birlikte Avrupa’nın mizacı kararırken, Alman lider, kıtayı karakışla tehdit eden ve AB’nin koronavirüs yardımlarını engelleyen bir ablukayı kaldırmak için Macaristan ve Polonya’yı hukukun üstünlüğü yaptırımları hakkında taviz vermeleri için ikna etmeye çalıştı.

Fakat, çoğu Noel hikayesinde olduğu gibi gerçek hikâye bundan biraz daha karmaşık.

Çünkü her ne kadar Merkel çıkmazın çözümü sayesinde övgüyü hak etse de sorunun en başta yaratılması sorumluluğuna da sahip. Macar Viktor Orbán ve Polonyalı Jaroslaw Kaczynski yıllardır ülkelerinin demokrasilerine saldırırken o sessizce oturdu.

Avrupa’nın fiili liderinin tepkisizliği hem Budapeşte’de hem de Varşova’da “sessiz bir rıza” olarak kabul edildi ve otoriteryanizme dönüşlerini yumuşatmak için çok az sebep verdi.

Orbán ve Kaczynski’nin yaptıklarının büyüklüğü – bağımsız medyanın, mahkemelerin ve azınlık haklarının altının oyulması – netleştiğinde sorunlarla yüzleşmek, Merkel’in “imzası” sayılan sessiz ve sahne arkasından yürütülen diplomasiyle yapılamayacak kadar büyük bir mücadele haline gelmişti.

Şansölyenin erken davranmayışı; AB’yi Macaristan ve Polonya’yla karşı karşıya getirerek acı bir genel çatışmaya sebep oldu, Birliğin Batı ve Doğu yarıları arasına yeni bir yarık açtı ve ulusalcılığın alevlerini körükledi. Almanya ve doğudaki komşusu arasındaki ikili ilişkiler, Almanya’nın Polonya’ya yeni büyükelçi atamasının Varşova tarafından onaylanmamasıyla doruk yaparak daha fazla zarar gördü. Varşova yönetimi ise bu konudaki yumuşamasını Almanya’nın 1939’da Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşı’nı tetiklediği 1 Eylül’de gösterdi.

Almanya’nın Merkez ve Doğu Avrupa’yla ilişkilerinde çatışmadan kaçınması elbette ki her zaman zor olmuştur. Bu, özellikle Almanya’nın savaş tazminatlarını ödememekteki ısrarının ikili ilişkilerinde yarattığı sorunlar yüzünden Polonya’yla ilişkilerinde daha da geçerli.

Merkel’in, Macaristan ve Polonya’nın hukukun üstünlüğü ihlalleri konusunda oldukça temkinli davranmasının gerekçelerinden biri de bu durumdan kaynaklanıyor. Merkel’in istediği son şey Berlin’in komşularının içişlerine karıştığı izlenimini yaratmaktır, ki bu korku yüzeye çıkmaktan hiçbir zaman çok da uzakta değil.

Doğulu muhafazakâr

Ancak devrede başka bir etmen daha var. Merkel’in düşünme şeklini bilen kişiler, kendisinin komünist Almanya’da büyümesi ve ülkenin demokratik dönüşümüne tanıklık etmesi yüzünden Macaristan ve Polonya’nın gerçekten “saati geriye sarıp” temel hakları kısıtlayacağına inanmadığını belirtti. Merkel’in siyasi müttefiklerinden biri, “[Merkel,] Orbán’ın bu kadar ileri gideceğini hiç beklemiyordu” dedi.

Bunun sebebi ise Orbán’ın, Merkel’in 1990’ların başlarında Helmut Kohl’un kabinesine katılmasından beri siyasi evreninde yer almasıydı. Bütün bir Alman muhafazakârları nesli için, Kohl’un kendisinin “akıl hocası” olduğunu söyleyen Orbán, demokrasinin komünizme karşı zaferinin en somut örneğiydi. Macar lider, muhafazakârların Doğu’daki bayraktarıydı, ki kendisi hâlâ öyle olduğunu iddia ediyor.

Orbán, yakın zamanda Alman haftalık haber dergisi Die Zeit’e “Macaristan’daki Hristiyan-milliyetçi hükümetimiz aşağı yukarı Helmut Kohl yönetimindeki CDU’yla aynı ideolojik konumda” diye konuşmuştu.

Aynı düşünce geleneksel bir el öpücüğüyle selamladığı ve “Angela” diye seslendiği kadın için söylenemez.

İkili arasındaki ilişki, birkaç yıl muhalefette kaldıktan sonra 2010’da iktidara geri dönen Orbán’ın, partisi Fidesz’in iktidarını kuvvetlendirmek için Macar Anayasası’yla oynamaya başlamasına rağmen dostane kalmıştı.

Bu bağlantı, Orbán’ın 2015 yazında aldığı ve Suriye ve Afganistan’dan gelen mültecileri Avusturya ve Almanya’ya göndermesine, aynı zamanda AB’yi çekirdeğine kadar titreten bir krizi başlatmasına sebep olan kararına kadar bozulmadı.

Orbán ve Macaristan’ın aksine Merkel’in Polonya’daki iktidar partisi Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) veya lideri Jaroslaw Kaczynski’yle bir geçmişi yok denecek kadar az. Merkel’in makamında Polonya’nın fiili lideri “ideolojik” ve “öngörülemez” olarak niteleniyor.

Bu, pragmatizme çok değer veren Merkel’in neden 2015’te iktidara gelen PiS ve Kaczynski’ye karşı mesafeli duruşunu sürdürdüğünü açıklamaya yardımcı oluyor.

Karşılıklı bağımlılık

Merkel’in Doğulu komşularına müdahale etmeyen yaklaşımını daha doğrudan açıklayabilecek bir gerekçe ise bu durumun Alman ticareti için iyi olmasından kaynaklanıyor.

Alman ticaretinin perde arkasındaki rolü, Brüksel’in Avrupa değerleri ve AB çapında hukukun üstünlüğünün korunmasının önemine yönelik mülahazaları arasında sıkça kayboluyor.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana Alman sanayisi sadece Polonya’ya 30 milyar Euro’dan fazla yatırım yaparak Orta Avrupa’yı adeta bir fabrikanın “üretim bölümüne” çevirdi. Bölge, Volkswagen ve Daimler gibi büyük Alman otomobil üreticilerinden daha az bilinen HanseYachts gibi gemi üreticilerine kadar birçok firmanın üretim tabanı için ayrılmaz bir parça haline geldi. Sadece bu hafta bile Mercedes, Budapeşte’nin güneyinde kalan Kecskemét kentine 140 milyon Euro’dan fazla yatırım yaparak yeni bir elektrikli araç üreteceğinin planlarını açıkladı. BMW, Audi ve otomobil parçaları devi Robert Bosch da Macaristan’da büyük yatırımları olan firmalar arasında yer alıyor.

Son 20 yılda gittikçe kuvvetlenen bu etkileşim ne Budapeşte’deki ne de Berlin’deki siyasetçilerin göz ardı edemeyeceği bir karşılıklı bağımlılık durumu yarattı.

Merkel’in CDU’sunun üyeleri, otomobil şirketleri Macaristan’a bu denli bel bağlamasaydı Almanya’nın Orbán’la çoktan hesaplaşmış olacağını sessizce kabul ediyorlar.

Bunun yerine, Orbán’a tolerans görmeyi tercih ettiler. Bu da Fidesz yetkililerinin Brüksel’de ısrarla sürdürdükleri provokasyonları görmezden gelmeye çalışırken Orbán ve müttefiklerinin Macar demokrasisine yaptıklarına göz yummak anlamına geldi.

Sabırları sınayan son gelişme, Avrupa Halk Partisi (CDU ve Fidesz’in de içinde bulunduğu merkez sağ Avrupa Parlamentosu partisi) (EPP) liderlerinin Çarşamba akşamı aldığı, Fidesz delegasyonunun başındaki Tamás Deutsch’u EPP grup lideri Manfred Weber’in Macaristan ve Polonya hakkındaki yorumlarını Gestapo sloganlarına benzetmesi yüzünden gruptan atıp atmama konulu kararı oldu.

Alışıldığı üzere, EPP sert bir karar almadı ve “yeni kararlar alınana kadar” Deutsch’un genel kurulda EPP adına konuşma ve parti grubunu temsil edecek resmi pozisyonlarda bulunma haklarını dondurmayı tercih etti.

Bu, Alman şansölyenin yer almak istemeyeceği bir yüzleşme.

Alman bir Avrupa Parlamenteri (MEP), “Merkel oylamayı sonsuza kadar erteler” diye konuştu. Partisi “Platforma”nın EPP’ye bağlı bulunduğu Polonyalı Avrupa Parlamenteri Rosa Thun, Fidesz’i parti grubundan atmak istediğini, ancak kararın eninde sonunda grupta en büyük delegasyona sahip olan Almanlara ait olduğunu belirtti. Thun, “Demir Perde’nin ardındaki ülkelere yönelik çok özel bir tutumları var. Kimsenin Polonya’ya Almanlar kadar sabrı yok. […] Bu ülkeye çok fazla kötülük yaptılar. Kendilerini kötü hissediyorlar” dedi.

EPP, Fidesz hakkında ne karar verirse versin sahadaki gerçeklik büyük ihtimalle değişmeyecek. Fidesz ve PiS hukukun üstünlüğü ve demokrasiye kötü davranmaya devam ederken Almanya yaşananlara itiraz edecek, ancak aynı sırada bölgedeki hareketli ticaretini devam ettirecek.

Merkel’in Macaristan ve Polonya’yla geçtiğimiz hafta üzerinde anlaştığı “büyük taviz”, hukukun üstünlüğü hükümlerinin Macaristan’da gerçekleştirilecek bir sonraki genel seçime kadar devreye girmesini muhtemelen geciktirecek.

Aynı esnada varılan anlaşma, AB bütçesinin Macaristan’a engelsiz bir şekilde akmasını sağlayacak ve Orbán’ın bir dönem daha iktidarda kalmasına yardımcı olacak.

Bir başka deyişle, Merkel Avrupa’nın Noel’ini gerçekten kurtarmadı. Orbán onu çaldı.

 

Çeviri: Oğuzhan SABUNCU | EUROPolitika Dergisi Editör Yardımcısı

Photo : Illustration by Nicole Moss for POLITICO

Orijinal Makale: Angela Merkel’s rule-of-law legacy: A divided Europe

Total
0
Shares
Previous Post

2021’de Dünya: Almanya, Angela Merkel sonrası yaşamla yüzleşiyor

Next Post

Birleşik Krallık – AB Ticaret Anlaşması’ndaki 10 önemli detay

Related Posts