Doç. Dr. Çiğdem NAS ile Akademik Söyleşi
Brexit süreci, Türkiye’yi de çok yakından ilgileniyor. Bildiğiniz gibi 31 Ocak itibari ile artık Brexit gerçekleşti. Ancak 2020 sonuna kadar bir geçiş süreci öngörüldü. Bu süreç içinde de 2 Mart itibari ile, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık arasında yeni müzakereler başlayacak.
Müzakereler de üyelik sonrasında Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık arasındaki ilişkinin mahiyetini belirlemek için yapılacak. İki taraf da müzakere pozisyonlarını belirlediler ve Birleşik Krallığın yaklaşımı daha çok serbest ticaret anlaşmasını imzalar yönünde gözüküyor. Avrupa Birliği de kendi kırmızı çizgilerini korumak konusunda ısrarlı. Eğer Avrupa Birliği pazarına erişmek istiyorsa, Britanya devam etmek istiyorsa, Avrupa Birliği’nin tek pazar ile ilgili kurallarını uygulamak durumunda kalacak. Bu da tabi Boris Johnson Hükümetinin istemediği bir şey. Zorlu geçecek bir süreç gibi gözüküyor.
İrlanda meselesi de çıban başı olmaya devam ediyor. İrlanda’da kuzey ve güney arasında yeniden bir sınırın oluşmasını engellemek için bu sefer İrlanda denizinde gümrük kontrollerinin yapılması kanunu getirilmiştir. Britanya adası ile İrlanda adasındaki ticarette de kontroller getirilmesi ön görülmüştü. Fakat şimdi yeni yapılan bazı açıklamalarda Johnson Hükümetinin bunun ötesine geçen ve bu kontrolleri kaldırmaya yönelik bir kararı olduğu gözüküyor. Yani daha önce varılan anlaşmanın dahi bazı hükümlerinin tekrar müzakereye tabi olması gibi bir konu söz konusu. Oldukça teknik, komplike ve iki tarafın da uzlaşmasının çok kolay olmadığı bir süreç. Avrupa Birliği baştan beri şunu söyledi.
Önümüzde 2020’nin sonuna kadar 10 aylık bir süre var ve bu 10 ay böyle kapsamlı bir STA’nın imzalanması için aslında çok da yeterli değil. O yüzden aslında hala “No deal Brexit” dediğimiz bu tehdit, bu sefer de bir anlaşma olmazsa ya da çok gevşek zayıf bir anlaşma olursa ne olur noktasında yine düğümleniyor. Burada da tabi işte hizmet ticareti işin içine girecek mi? Mal ticaretinde bütün sektörler kapsama girecek mi? Tarım ürünleri olacak mı? Bunlar hep şu anda müzakereye tabi olan konular. Britanya’nın hizmet endüstrisi çok önemli. Avrupa Birliği’ne de hizmet ticareti var. Hukuk hizmetleri olsun, profesyonel iş dünyasına yönelik hizmetler olsun. Bunların devamı Birleşik Krallığın da çıkarına.
İki taraf için de bir anlaşma zaruri. Fakat günümüzde popülist siyaset, artık çok da rasyonaliteyi dikkate alan bir yaklaşım sergilemiyor. Çoğunlukla tepkisel tavırlar olabiliyor. Sıfır, yani toplamda oyuna yol açabilecek bir yaklaşım sergilenebiliyor. O yüzden biraz bu müzakerelerin de nasıl sonuçlanacağı meçhul şu an da.
Bunları yakından takip etmemiz lazım. Türkiye olarak bizi çok çok yakından ilgilendiriyor. Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği ortağıyız. Ve Britanya Brexit ile birlikte, Gümrük Birliği’nden de çıkmış oluyor. Bizim de Avrupa Birliği içinde, Almanya’dan sonra en fazla ihracat yaptığımız ve ticaret fazlası verdiğimiz ülke. Özellikle otomotiv, beyaz eşya, tekstil gibi ürünlerde önemli ihracatımız var. Ve buralarda bir kesinti olması, tekrar gümrük tarifeleri getirilmesini ya da gümrük işlemlerinin formalitelerinin güçleşmesini, zorlaşmasını ortaya çıkarabilir. Bunlar Türkiye’nin ticari ilişkilerini olumsuz etkileyebilecek şeyler. Bugüne kadar Otomotiv Sanayicileri Derneği gibi bazı sektörler, anlaşma olmazsa maliyet ne olur diye, bazı çalışmalar yaptılar. Hakikaten yüksek maliyetler olduğu ortaya çıktı. Uluslararası örgütlerin yaptığı çalışmalar da var. Bunlar da İngiltere ve Avrupa Birliği arasında güçlü bir anlaşma olmazsa; Türkiye de eş zamanlı bu anlaşmayı yapmazsa ,en zararlı ülkelerden birinin Türkiye olduğunu ortaya koydu. O yüzden bu süreci çok yakından izlememiz gerekiyor. İngiltere tarafı ile yapılan temaslarda büyükelçilikle ya da buraya gelen heyetlerle yapılan temaslarda genel olarak endişe edilecek bir şey yok deniliyor. Türkiye’yle görüşüyoruz ve gerektiği zaman da bir anlaşma yapacağız diyorlar ama artık bunu biraz daha somut olarak da görmemiz gerekiyor. Bir kaç yıldır Ticaret Bakanlığımızla, Britanyalı yetkililer arasında görüşmelerin de devam ettiğini biliyoruz. Ama tabi bu sadece iki taraf arasında olan bir süreç değil. Önce İngiltere’nin Gümrük Birliği ilişkisinden dolayı Avrupa Birliği ile olan anlaşmasının tamamlanması lazım ki, Türkiye de kendi anlaşmasını yapabilsin.
O yüzden sürecin çok yakından takip edilmesi lazım. Rehavete kapılmamız gerekiyor. Avrupa Birliği ile ne olduğunu bilmemiz lazım. Avrupa Birliği ile bir uzlaşmazlık olursa, bir restleşme olursa, o zaman Türkiye’nin pozisyonu ne olacak? Bunu da yine çok dikkate almamız lazım. Yani Avrupa Birliği nasıl olsa anlaşma yapacak diye de, çok rehavete düşmemiz lazım.
Orada da iki taraf arasında önemli zorluklar var. O yüzden çok iyi takip edip, Türkiye’nin de hazırlıklarını yapması ve anlaşma olur olmaz hemen kendi anlaşmasını tamamlamaya yönelik adım atması gerekiyor. Ticaret Bakanlığımız bu süreci takip ediyor. Onlar da olan bitenin farkındalar. Ama tabi dediğim gibi, sadece Türkiye’nin yapacakları ile biten bir şey değil. Hem Britanya’nın tutumu hem de Avrupa ile ilişkinin nasıl şekilleneceği çok önemli. Popülist yaklaşımlar da, sağduyuya bazen çok fazla güvenemeyeceğimizi gösteriyor. O sürecin mümkün olduğu kadar kontrollü bir şekilde götürülmesi lazım ki Türkiye kayıplar ile karşılaşmasın. Bir de tabi Ankara Anlaşması’ndan da çıkmış oluyor Britanya. Bu da önemli. Bugüne kadar Ankara Anlaşması’ndan kaynaklanan ticaretin ötesinde, bazı haklar söz konusuydu. Bundan faydalanarak, İngiltere’ye giden ve oraya yerleşen vatandaşlarımız oldu. Hizmet sunma hakkından faydalanarak, Britanya’da kalma hakkı, orada yaşama hakkı, ikamet hakkı elde ettiler. Ankara Anlaşması’nın sona ermesi ile Britanya ile aramızdaki bu hak da ortadan kalkmış oluyor. Yine Britanya’nın yeni göç sistemine baktığımızda, Avrupa Birliği’nden çıkınca göç konusunda daha yeni bir politika uygulayacakları görülüyor. Orada da takip ettiğimiz kadarı ile yeni bir sisteme geçiliyor. Avustralya sistemini temel aldıkları söyleniyor. Daha çok puanlara dayalı bir sistem bu. Yani İngiltere’ye gelip, oraya yerleşecek olan kişilerin kalifiye insanlar olmasını istiyorlar. İngilizce bilen, entegrasyonu mümkün olduğu kadar kolay olacak insanlar istiyorlar. Bir şekilde de dünyadaki her ülkeden olabilir. Coğrafi kısıtlama da yok bu seçimde. Beceri sahibi ve orada İngiltere iş bulabilecek, oradaki ekonominin ihtiyaç duyduğu mesela bilişim gibi sektörlerde çalışabilecek, kalifiye insanları çekmek istiyorlar. O anlamda da yeni bir sistem var. Bunu da dikkate almamız gerekiyor.
Ankara Anlaşması’nın Britanya ile aramızdan kalkacağını bilmemiz gerekiyor. Bugüne kadar Ankara Anlaşması’ndan faydalanarak, İngiltere’ye gitmiş olanların hakları mümkün olduğu kadar korunacak diye umut ediyoruz. Süreç içinde oradaki düzenlemeleri de takip etmemiz gerekiyor.
Süreç tam anlamı ile belirgin değil, flu bir şekilde sürekli ilerliyor. Onu takip etmemiz gerekiyor. Yine 2020 sonuna kadar devam edecek olan bir müzakere süreci var. Bunun 2 yıla kadar uzatılması söz konusu olabilir. Haziran-Temmuz ayına kadar uzatılıp uzatılmayacağına karar veriliyor ama Birleşik Krallığın yaklaşımı, ertelemenin gerekli olmadığı ve 2020 sonuna kadar tamamlanması yönünde. Tabi aslında onların açısından da baktığımızda, 2016’dan beri devam eden bir süreç var ortada. Bir şekilde nokta koymak istiyorlar. Sürüncemede kalması hem halk için biraz yorucu oluyor, hem de hükümet için zor. Avrupa Birliği tarafı için de zor. Çünkü artık İngiltere çıksın da önümüze bakalım yaklaşımı var. Bir an önce son noktanın konulmasını, bütün geçiş süreçlerinin tamamlanmasını, üyelik sonrasında Britanya ile olan ilişkinin de netlik kazanmasını istiyorlar. Ama tabi bu çok kolay değil, karşılıklı pazarlıklar var. Pozisyonların belirlenmesi de söz konusu. İki tarafın da iletişiminde kopukluk var. Avrupa Birliğinin gördüğü şekilde görmüyor Britanya. Onların da ortak bir noktada uzlaşması biraz zor olabilir. İngiltere açısından; Brexitin sebebi de ticaret politikamızı kendimizin yapmak istemesi, AB’ye bağlı olmak istemememiz diyorlar. Bunu söylemesi kolay ama yapması kolay değil. Avrupa birliği 27 ülke şu anda. 27 ülkenin pazarlık gücü var. Britanya ne kadar büyük bir ekonomi de olsa aynı pazarlık gücüne sahip olmayacak. Özellikle ABD, Çin, Japonya gibi önemli ekonomik aktörler karşısında kendisi de ticaret anlaşması müzakere etmenin kolay olmadığını görecek. Hem insan kaynağı, kapasite açısından, hem de pazarlık gücü açısından zorlanabilir. Burada da önceliği ABD, Avustralya gibi biraz daha büyük aktörlere verecek. Özellikle Commonwealth’den kaynaklanan özel ilişkileri olan ülkelere verecek. Türkiye o arada kendi önceliklerini biraz Britanya’ya hatırlamak zorunda. Türkiye ilk düşüneceği ülke olmayacak Britanya’nın. Diğer büyük aktörlerle karşı karşıya kaldığı için. Türkiye’nin orada çok aktif hatta proaktif olması gerekecek. Bunu da Ticaret Bakanlığımızın yapabileceğini umuyoruz.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, Suriye, Libya gibi konuları da dikkate alacak olursak; öncelikler oraya kayıyor. Hayati askeri konular var. Ama onların arasından sıyrılıp ticareti öncelikleri de ihmal etmemek gerekiyor. İş dünyasının da bunu hatırlatması gerekiyor. Sivil toplumun da uyanık olması gerekiyor. Bir de tabi bütün bu süreç içerisinde bakmamız gereken bir diğer şey de; kısa vadeli olarak bu süreci yürütmek ve herhangi bir kayıp olmadan süreci atlatmak.
Bunun dışında yeniden şekillenen bir Avrupa Birliği düzeni var karşımızda. Şimdi hep diyoruz Türkiye Avrupa’nın parçası ama Avrupa’daki gelişmelerin de biraz dışında kalmaya başladık. Biraz daha tepkisel olmaya başladık. Orada aktif olmamız gerekiyor. Birinci öncelik tabi Avrupa Birliği ile olan ilişkileri onarabilmek. Çünkü çok yara aldı son süreçte. Bu Türkiye’den kaynaklanmadı. Avrupa Birliği’nin de Türkiye’ye yönelik hataları oldu. Türkiye’nin durumunu değerlendiremediler. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimize yeniden şekil vermemiz gerekiyor. Çünkü üyelik süreci 2005’ten beri devam ediyor ve bir yere doğru gitmiyor. Tam üyelik hedef olmalı diyoruz, ama bunun gerçekleşmediği durumda tam üyeliği tamamen masadan kaldırmadan ama süreci de nasıl ilerletebiliriz, nasıl canlandırabiliriz, onun çaresine bakmamız gerekiyor.
Bunun yanında; Avrupa Birliği’nin şimdi yeni bir gelecek için konferans çabası var. Avrupa’nın geleceğini düşünüp, reformlar ne olabilir konuşulacak. 9 Mayıs’tan başlayarak, bu tartışmalarda Türkiye’nin de seyirci kalmaması lazım. İçinde yer alması lazım. Avrupa Birliği’ne tepkisel reaksiyonlar olabiliyor. Avrupa Birliği ile ilişkilere çok daha duygusal yaklaşımlar olabiliyor. Ama bunlar çok akılcı yaklaşımlar değil. Avrupa Birliği ile önemli ilişkilerimiz var. Bunlar Türkiye’nin istikrarı için, ekonomisi için, siyaseti için çok önemli. Bunları feda etmememiz gerekiyor süreç içinde. Kontrollü bir şekilde devam ettirebilmemiz gerekiyor. O anlamda da, yani Avrupa Birliği ilişkilerinin güçlendirilmesi, Avrupa Birliği ile konuşabilmeye başlamamız bile gelişme şu anda. Çünkü bütün bu süreçler durdu. Dün tekrar TPA üyelerine yönelik yaptırımlar geldi. Bu pozisyondan daha olumlu bir pozisyona hemen olmasa bile, orta vadede geçebilmemiz lazım. İkinci olarak; Avrupa’da da yeni şekillenen bir mimari var. İngiltere’nin çıkması bence önemli. Baya önemli bir olay Avrupa Birliği için. Çünkü şimdi bütün Avrupa’yı kapsayan bir Avrupa Birliği’nden, artık bazı güçlerin Avrupa Birliği dışına geçtiği Avrupa Birliği’ne doğru geçiyoruz. Bir yanda Britanya var. Güney doğuda Türkiye var. Öbür tarafta Rusya, Ukrayna var. Bütün bu coğrafyayı dikkate alıp, Avrupa ile ilişkilerimizi sadece AB ekseninde değil, bu ülkelerle de geliştirebilmemiz gerekiyor. Özellikle tabi Britanya ile nasıl bir ilişkimiz olacak, bunu iyice şekillendirmemiz gerekiyor. Bunun ticari yanı; belki bir serbest ticaret anlaşması ile olacak. Er ya da geç olacak diye düşünüyoruz. Burada tabi Türkiye’ye bazı fırsatlar olabilir. Özellikle tarım alanında bazı fırsatlar olabilir. Çünkü Avrupa Birliği’nin içinde, özellikle güney Avrupa ülkeleri ile yapılan tarım ticaretinin yerine, belki Türkiye içeriye belli ölçüde alabilir. Burada Britanya’dan buraya yönelik yatırımların geliştirilmesi söz konusu olabilir. Yeni ekonomik imkanlar olabilir Türkiye için.
Bir de işin siyasi boyutu var. Britanya önemli bir siyasi aktör. Önemli bir askeri gücü var. Güvenlik Konseyi Birleşmiş Milletler’de üyesi olan bir ülke. Fransa dahi Avrupa Birliği’nden çıkışından sonra bile Avrupa Birliği’nin savunma ve güvenlik politikasında muhakkak Britanya ile iş birliğinin devam etmesi gerektiğini düşünüyor. Özellikle güvenlik ve askeri alanda gözden çıkarabilecek bir ülke değil, etkili bir ülke. Türkiye’nin de bu ülke ile olan iş birliğini geliştirmesi söz konusu olabilir. Hem savunma kapasitesini geliştirmeye yönelik projelerde olabilir bu, hem de özellikle Türkiye’nin zorlandığı Ortadoğu coğrafyasında İngiltere ile belki daha yakın bir iş birliği oluşturabilir. Bu da Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Şu anda da içinde bulunduğumuz durumda, hakikaten Türkiye zor bir durumda. NATO’nun yeterli desteğini göremiyor. Amerika ile ilişkileri sorunlu. Son olarak Rusya ile çok önemli bir krize doğru ilerlemeye başladık. Bu süreçte Britanya gibi bir ülkenin, Türkiye ile yakın ilişkiler tesis edebilmesi; Türkiye’nin bu Brexit sürecini belki kendi yararına döndürebilmesi açısından önemli olabilir diye düşünüyorum. Ama tabi bunların hepsi şu anda faraziye durumda. Ne ölçüde gerçekleştirebileceğini değerlendirmemiz lazım. Ve bu şekilde ilerleyebilmek lazım diye düşünüyorum.
Şu an için, yani Avrupa entegrasyonu açısından en fazla fikir beyan eden, Avrupa entegrasyonunu en çok destekliyor gibi gözüken Fransa cumhurbaşkanı Macron. Avrupa Birliği’ne uyanma çağrıları yapıyor. NATO’nun artık yeterli güvenceyi sağlamadığını, AB’nin ortak bir savunma gücü geliştirmesi gerektiğini ifade ediyor.
Bu liderliği o götürüyor gibi ama bu tek başına yapabileceği bir şey değil. Muhakkak Almaya’nın desteği çok önemli. Son olarak Polonya’ya gitti. O ülkelerin de bu sürecin çok dışında kalmamasına çalışıyor. Çünkü genelde hep Almanya, Fransa ve İtalya gibi üçlü yapı düşünülmüştü ama İtalya bunun parçası olamadı. Kendi içinde de sorunları var. Özellikle Salvi’ninin yükselmesi, Lega’nın yükselmesi İtalya’nın denklemde de düşmesine yol açtı. Aynı zamanda ekonomik sorunlar, bankacılık sistemi ile ilgili sorunlar da İtalya’nın Avrupa entegrasyonuna katkı sağlama olasılığını biraz engelledi gibi. O yüzden Fransa’nın üzerine çok fazla yük kaldı. Ancak Fransa’nın da bunu yaparken, Avrupa içindeki dengeleri gözetebilmesi lazım. Almanya’da da Merkel sonrası dönemde ne olacak ortaya çıkması lazım. Almanya için Avrupa entegrasyonu ve bunun devamını sağlamak çok önemli. Bunun yine, Almanya’nın kurumsal zemini güçlü olduğundan hareketle bu desteğin bir şekilde geleceğini düşünüyorum ben. Bunu yapmak zorundalar diye düşünüyorum.
Brexit; AB’yi zayıflatan bir şey olacak sonuçta ama bir yandan fırsattır belki.
Çünkü transatlantik ittifakını savunan bir ülkeydi Britanya. Avrupa Birliği’nin entegrasyonunun gerisinde kalmıştı. Ne Schengen, ne de Euro alanına dahil oldu. İngiltere gibi biraz daha gevşek bir entegrasyonu destekleyen bir ülkenin dışarıda olması; İngiltere’yi kayıp etmek bir kayıp gibi olsa da bir avantaja da dönüştürülebilir. Avrupa Birliği entegrasyon yönünde daha hızlı hareket edebilir. Bunu yapabilmesi için de bütün ülkeleri ikna etmesi lazım. Şu anda böyle bir fragmantasyon var.
AB Suprarasyonel dediğimiz; ulus üstü ruh artık ne yazık ki yok Avrupa Birliği içinde. Her ülke biraz kendi başına hareket etmeye başladı. Avrupa Birliği’nin değerleri dediğimiz yapıda da çok zayıflama var. Macaristan’da Urban gibi lider var. Polonya’nın durumu ortada. Bu ülkelere karşı da yeterli yaptırım getirilemiyor. Bu ülkelere, siyasi sahiplerle de bir şekilde tahammül ediliyor ama Avrupa Birliği’nin zeminini yıpratıyor. Bunun tekrar güçlendirilmesi lazım. Bu ülkelerin de Avrupa Birliği içinde var olabilmeleri, seslerini duyurabilmeleri lazım. Bunlar çok önemli.
Bir de tabi her şeyden önce bunun olabilmesi için Almanya’nın desteği çok önemli. Merkel o anlamda temkinli bir liderdi. Çok iddialı politikaları olan biri değildi ama son dönemde Avrupa Birliği’nin yaşadığı krizlerde bir şekilde AB’nin tek bir bütün olarak çıkmasını sağladı. İstikrar motifi oldu, güven motifi oldu. O anlamda önemliydi. Merkel sonrası dönemde Almanya’da da önemli krize yol açacak gibi. Yine hep dediğimiz gibi; Almanya’da da var olan AB’nin temelinde de var olan, sosyal demokrat – Hristiyan demokrat ittifakı vardı. Merkez sağ ve merkez sol, bu sürecin temelini ve siyasi tabanını oluşturuyordu ama bu iki eksende de bir zayıflama var şu anda. Almanya’da işte AfD’nin güçlendiğini görüyoruz. Yeşiller güçleniyor. Biraz daha merkezin dışındaki hareket güçlü. Onların da yönetimi biraz daha zor. Çünkü daha fragmante bir yapı söz konusu. Daha dağılmış bir siyasi yapı söz konusu. O yüzden süreçte güçlü bir aktör olarak devam etmesinde soru işaretleri var. Bu yüzden Macron önemli, fakat Macron tek başına bu süreci yürütemez. Fransa’daki problemler de zaten Macron’a yansıyor.
Hem siyasi merkezleri oluşturabilme baskısı hem de dışarıdan gelen baskılar ile karşı karşıya AB. Mesela, ABD’den Trump’tan gelen baskılar. Avrupa Birliği’nin altına dinamit koyacak gelişmeler var. Rusya’nın yine zaman zaman olaylara müdahil olduğunu ve aşırı sağa destek olduğunu görüyoruz. Öbür tarafta Çin faktörü var. Korona virüsü sırasında, biraz belki geri plana çekilse de; sonuçta Çin hala önemli bir aktör olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Avrupa’nın çok yakın coğrafyasında etkili olan Rusya ve Çin gibi güçler, bir şekilde bütün bu karşıt gelişmelere karşın, AB’nin yeterli ölçüde kendi bütünlüğünü korumada da zorluk çekeceği ülkeler. Zor bir süreç olacak diye düşünüyorum ama öte yandan başka bir çare de başka bir çıkar yol da yok gibi gözüküyor. O yüzden bu süreci bir şekilde yürütmek zorundalar.
Röportaj : Yusuf Ertuğral & Nilfem Baykan