Söylem ile eylem arasındaki uçurum her geçen gün derinleşirken, diplomasi hâlâ barışı inşa eden bir araç mı; yoksa yalnızca savaşın gerçeklerine meşruiyet kazandırmak için mi kullanılıyor?
Antalya Diplomasi Forumu 2025, yalnızca küresel aktörlerin pozisyonlarını değil; diplomasinin nasıl konuştuğunu ve nerede sustuğunu gösteren bir sahneye dönüştü.Aynı gün içinde, farklı sahnelerde konuşan iki dışişleri bakanı -Rusya’dan Sergey Lavrov ve Ukrayna’dan Andrii Sybiha- güvenlik mimarisine dair iki zıt yaklaşımı temsilen söz aldı. Lavrov, çok kutuplu bir dünya düzeni vizyonu eşliğinde Batı’nın güvenlik mimarisini sorgularken; Sybiha, işlevsizleşen uluslararası hukuka ve adaletsizliğe karşı reform çağrısında bulundu. Barış, her iki taraf için de kendi anlatısını meşrulaştırmanın dili olarak öne çıktı. Ancak bu söylem düzeyindeki karşılaşmanın hemen ardından gerçekleşen Sumy saldırısı (The Guardian, 13 Nisan 2025), yalnızca Ukrayna’da sivillerin değil; diplomasinin temsil gücünün de hedef alındığını düşündürdü.
Bu yazı, Antalya Diplomasi Forumu’nda aynı zeminde farklı yönlere çekilen diplomatik söylemleri karşılaştırmalı olarak analiz etmeyi ve barışın, temsilin ötesine geçip geçemediğini sorgulamayı amaçlamaktadır.
Sergey Lavrov’un Söylemi: Sistem Eleştirisinden Avrasya Güvenlik Vizyonuna
Sergey Lavrov’un Antalya Diplomasi Forumu’nda yaptığı konuşma, Rusya’nın dış politikasını anlamak için yalnızca bugünü değil, daha derin tarihsel bağlamları da dikkate almak gerektiğini hatırlattı. Batı’nın Soğuk Savaş sonrası dönemde verdiği güvenlik taahhütlerini yerine getirmediğini savunan Lavrov, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini “bölünemez güvenlik” ilkesine aykırı olarak nitelendirdi. Bu durumu Rusya’nın meşru güvenlik kaygılarının temel nedeni olarak sunan Lavrov, konuşması boyunca Rusya’yı saldırgan değil, savunmacı bir aktör olarak çerçeveledi.
Çok kutupluluk vurgusu, Lavrov’un söyleminde yalnızca jeopolitik bir yeniden dengelemenin ötesinde, temsilin adaletsizliklerine karşı bir itiraz olarak konumlandı. Çin, Hindistan, Türkiye, Mısır, Endonezya ve Güney Afrika gibi ülkelerin daha fazla söz hakkı talep ettiğini belirten Lavrov, bu taleplerin Birleşmiş Milletler’in eşitlik ilkesine uygun olduğunu vurguladı. Ancak aynı zamanda BM’nin bu ilkeyi pratikte uygulamadığını savunarak, uluslararası düzenin meşruiyet krizine dikkat çekti. Küreselleşmenin son on yılda parçalanma eğilimine girdiğini belirten Lavrov, mevcut sistemin artık sürdürülebilir olmadığını öne sürdü.
Konuşmasının dikkat çekici bir diğer kısmı ise ABD’yi iki ayrı dönemle kıyaslamasıydı. Biden yönetimini “çifte standartlar” ile hareket etmekle suçlayan Lavrov, Rus diplomatlara yönelik vize kısıtlamaları ve mal varlıklarına el koyma uygulamalarına örnekler vererek, Batı’nın uluslararası hukuku yalnızca kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullandığını iddia etti. Özellikle el konulan mal varlıklarının faiz gelirlerinden yararlanıldığını vurgulaması, bu çifte standardın ahlaki değil, araçsal bir mantıkla işlediği tezini güçlendirdi. Buna karşılık Trump’ı “daha açık, daha gerçekçi” bir lider olarak tanımladı ve Batı içinde de kendi deyimiyle “çifte dillilik” bulunduğuna işaret etti.
Lavrov yalnızca eleştiriyle yetinmedi, onun yerine nasıl bir güvenlik düzeni önerdiğini de açıkladı. NATO’yu güvenlikten ziyade istikrarsızlık üreten bir yapı olarak tanımlarken, Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi oluşumları ise kapsayıcı Avrasya güvenlik mimarisinin temel taşları olarak örneklendirdi. Belarus’ta yapılan çok taraflı toplantılara da referans vererek, Rusya’nın ‘yeni türden çok taraflılığa’ açık olduğunu ve bu mimarinin yalnızca müttefiklerden değil, farklı görüşlere sahip ülkelerden de oluşabileceğini vurguladı. Bu vizyonun amacı, doğrudan Batı’yı karşısına almak değil; onu dışlayıcı göstermek ve Rusya’yı daha kapsayıcı bir güç olarak lanse etmekti.
Ukrayna meselesi ise Lavrov’un konuşmasında bir toprak tartışması olmaktan ziyade, haklar bağlamında ele alındı. Rusça konuşan topluluklara yönelik dil yasaklarını ve kültürel baskıları örnek göstererek, müdahaleyi halkların korunması adına meşru bir refleks olarak tanımladı. Minsk Anlaşmaları’na atıfla Kiev yönetimini süreçleri sabote etmekle suçlayan Lavrov, savaşın siyasi değil, hukuki ve insani gerekçelerle yürütüldüğü izlenimi vermeye çalıştı. Bu anlatı, Rusya’nın eylemlerine dönük uluslararası eleştirileri söylemsel düzeyde nötralize etmeye yönelik stratejik bir çaba olarak okunabilir.
Andrii Sybiha’nın Söylemi: Normatif Güvenlik Çağrısı ve Sistemin Krizi
Aynı gün içerisinde Lavrov’un tek kişilik bir konuşma ile çok kutupluluk çağrısını dillendirdiği forumda, Ukrayna Dışişleri Bakanı Andrii Sybiha, çok aktörlü bir panelde uluslararası sistemin normatif ilkeler temelinde yeniden düşünülmesi gerektiğini savundu.Sybiha’nın sözleri yalnızca Ukrayna’nın yaşadığı tehditlere değil, bu tehditleri mümkün kılan sistemin açıklarına da yönelikti.
Rusya’yı Helsinki Yasası’nın on temel ilkesini ihlal etmekle suçlayan Sybiha, “uluslararası hukuk artık sadece bildirilerden ve konuşmalardan ibaret hâle gelmiştir” diyerek, küresel düzenin işlevsizliğini ve adaletsizliğini açıkça vurguladı.
Bu vurgu, yalnızca bir durum tespiti değil, aslında tüm sisteme yönelik bir uyarıydı. Sybiha’ya göre, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 80. yılında bulunmamız yalnızca sembolik bir dönüm noktası değil, aynı zamanda uluslararası hukukun sınırlarının görünür hâle geldiği bir eşiği de temsil ediyordu. Ukrayna örneği, bu sistemin yalnızca ‘işlevsiz’ (dysfunctional) değil; aynı zamanda ‘adaletsiz’ (unjust) olduğunu da ortaya koyuyordu. Sybiha’ya göre bu düzenin işlemesi için sistemin köklü biçimde yenilenmesi ve yaptırımların gerçekten sonuç doğurması gerekiyor. Ve tabii bu sözler sadece Ukrayna’yı değil, tüm sistemi yeniden düşünmeye teşvik ediyor.
Panelde moderatör tarafından yöneltilen “Batı’nın askeri yardımı bir caydırıcılık mı, zafer stratejisi mi, yoksa başka bir şey mi?” sorusuna verdiği yanıt ise, Ukrayna’nın son iki yılda geçirdiği dönüşümü açıkça ortaya koydu. Sybiha, 24 Şubat 2022 sonrası dönemi bir öğrenme süreci olarak tanımlayarak, kritik silah sistemlerinde dışa bağımlılık konusunda ders çıkardıklarını vurguladı. Ukrayna’nın savunma sanayii kapasitesini altı kat artırdığını ve artık kendi üretimiyle altı milyona kadar insansız hava aracı üretebilecek duruma geldiğini belirtti. Bu yalnızca teknik bir bilgi değil; aynı zamanda Ukrayna’nın gelecekteki müzakere pozisyonunu güçlendirme stratejisinin de bir parçasıydı.
Bu stratejik yönelim, yalnızca savunmaya değil, caydırıcılığa da odaklanıyordu. Sybiha, caydırıcılığın yalnızca askeri değil, ekonomik araçlarla da sağlanabileceğini ifade etti ve Rusya’ya yönelik yaptırımların daha sert ve daha etkili biçimde uygulanması gerektiğini savundu. Bu söylem, Lavrov’un “Batı baskısı sorunları çözmez” anlayışına doğrudan angaje oluyordu. Sybiha, adaletin sağlanabilmesi için hukukun yalnızca ilkelerle değil; araçlarla da desteklenmesi gerektiğini hatırlatıyordu.
Ukrayna’nın NATO üyeliği çağrısı da bu bağlamda, yalnızca güvenlik garantisi arayan bir ülkenin talebi olarak değil; transatlantik güvenliğe katkı sunan bir aktörün meşru hakkı olarak dile getirildi. Sybiha, Ukrayna’nın şu anda savaş tecrübesine sahip 110 tugaylık bir orduya sahip olduğunu ve bu yapının NATO için bir yük değil, aksine, bir değer olduğunu belirtti. Bu söylem, Ukrayna’nın Batı’nın dışında kalmış bir ülke değil; Batı’nın parçası olmayı hak eden, fiilen zaten onun savunmasını üstlenmiş bir aktör olduğu iddiasına dayanıyordu.
Sybiha’nın paneldeki konuşması, normatif değerlere dayalı bir sistemin yalnızca ilkesel düzeyde değil; kurumsal, hukuki ve stratejik düzeyde yeniden inşa edilmesi gerektiğine dair güçlü bir çağrıydı. Bu yönüyle Lavrov’un realist çok kutupluluk söylemiyle çarpıcı bir tezat oluşturuyordu. Birinin çözüm olarak dışlayıcı sistemden çıkışı savunması, diğerinin ise çözümü sistemin içinden reformla yeniden kurgulamak istemesi, güvenlik mimarisi tartışmasının yalnızca teknik değil, derin bir temsil krizine dayandığını da gözler önüne sermiş oldu.
Ukrayna Panelinde Güvenlik Mimarisine Dair Çok Sesli Yorumlar
Andrii Sybiha’nın konuşması, tek başına bir Ukrayna anlatısı olmaktan çok, Avrupa güvenliğine dair daha geniş bir tartışmanın içinde yankı buldu. Panelde Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, NATO ve Türkiye temsilcileri de görüşlerini paylaştı. Diğer sesler daha temkinliyken, Sybiha açıkça sistemin değişmesi gerektiğini savundu.
Hırvatistan Dışişleri Bakanı Gordan Grlić Radman, Avrupa’yı bir bütün olarak gördüklerini ve Avrupa Birliği’nin genişlemesini desteklediklerini ifade etti. Ancak Ukrayna’nın üyelik sürecinin, bazı yapısal taahhütlerin yerine getirilmesine bağlı olduğunun da altını çizdi. NATO Genel Sekreteri’nin Güney Komşuluk Özel Temsilcisi Javier Colomina ise Ukrayna’ya açık destek verirken, Avrupa güvenlik mimarisinin “yeniden düşünülebileceğini” ancak “temelden değiştirilmesini gerekli görmediğini” belirtti. Avrupa’nın artık yalnızca ABD’ye bağımlı olmadan, güvenlik üretiminde daha aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini savundu.
Birleşik Krallık’ı temsilen konuşan Stephen Doughty, Rusya’nın saldırılarını yalnızca Ukrayna’ya değil, evrensel değerlere yöneltilmiş bir tehdit olarak nitelendirdi. Üstelik bu desteğin geçici değil, “önümüzdeki yüzyılı kapsayacak kadar uzun vadeli” olduğunu dile getirerek, Birleşik Krallık’ın stratejik konumlanmasını da net biçimde ortaya koymuş oldu. Türkiye adına panele katılan Dışişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Kemal Bozay ise NATO’yu zayıflatmadan Avrupa ayağının güçlendirilmesi gerektiğini savundu. Türkiye’nin 2014 yılında Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yönelik tehdide dair erken uyarıda bulunduğunu da hatırlattı.
Tüm bu katkılar, Avrupa güvenliği üzerine ortak bir hassasiyeti paylaşsalar da, sistemin nasıl dönüştürülmesi gerektiği konusunda farklı tonlara sahipti. Sybiha’nın söylemi, bu çok sesli tablo içinde en radikal olanıydı. Reform, kurumsal yeniden yapılanma ve yaptırım mekanizmalarının güçlendirilmesi çağrısı, panelin geri kalanında daha temkinli ve statükoya bağlı ifadelerle dengelenmeye çalışıldı. BBu yönüyle Sybiha, sadece kendi ülkesini değil, tüm uluslararası sistemin adaletini sorgulayan bir duruş sergiledi.
Sumy Saldırısı: Diplomasi Sahnesinde Barış Söyleminin Sınandığı An
Antalya Diplomasi Forumu’nda Lavrov’un barışı, çok kutupluluğu ve güvenliği savunduğu konuşmadan çok kısa bir süre sonra; Ukrayna’nın Sumy kentinde gerçekleşen balistik füze saldırısı, yalnızca can kayıplarına yol açmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası diplomasinin temsil gücünü de sarsan bir çelişkiyi gözler önüne sermiş oldu. Forum alanında temsil edilen barış söylemi ile sahada yaşanan yıkıcı gerçeklik arasındaki bu çelişki, uluslararası ilişkilerin yalnızca kavramsal değil, etik bir kriz içinde de olduğunu düşündürdü.
Lavrov’un konuşmasında sıkça tekrarlanan “saygı”, “egemenlik”, “karşılıklılık” gibi kavramlar, forum sahnesinde barışçıl bir aktör imajı oluştururken; Sumy’de yaşanan saldırı, bu kelimelerin gerisindeki niyeti sorgulatır hâle geldi. Diplomatik temsilin bu denli retorikle inşa edildiği bir çağda, söylemlerin yalnızca içerdiği anlamlarla değil; eşzamanlı yaşanan eylemlerle birlikte okunması gerektiği böylece bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Rusya’nın bu saldırı sonrası doğrudan sorumluluğu kabul etmemesi ya da saldırıyı diplomatik bağlamda gerekçelendirmeye çalışması, meşruiyetin yalnızca temsil üzerinden değil, eylemlerle de üretilip tüketildiğini gösterdi. Summy saldırısı, yalnızca cepheye değil; barışa olan inanca da atılmış bir füzeydi.
Söylem ile eylem arasındaki bu kopuş, yalnızca Rusya’ya özgü bir sorun değil; günümüz diplomasisinin yapısal bir sorunu olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, diplomasi, hâlâ barışı inşa eden bir araç mı, yoksa şiddetin üzerini örten bir perdeye mi dönüştüğü sorusu ortaya çıkıyor. Salonlarda barış konuşulurken, şehirlerde savaş sürüyorsa, temsilin sınırı tam olarak nerede başlıyor?
Sonuç: Temsilin Krizi, Diplomasiye Güvenin Erozyonu
Söylem ve eylem farklılıkları göz önünde bulundurulduğunda, bu yıl ki Antalya Diplomasi Forumu’nun, yalnızca diplomatik pozisyonların beyan edildiği bir zirve değil; temsil ile gerçeklik arasındaki mesafenin gözle görülür bir biçimde açığa çıktığı bir eşik olduğu söylenilebilir. Aynı gün içinde Lavrov ve Sybiha’nın dile getirdiği zıt diplomasi vizyonları, çok kutuplu yeniden yapılanma ile normatif reform arasında şekillenen bir güvenlik mimarisi tartışmasını görünür kıldı. Ancak bu tartışmanın hemen ardından Ukrayna’nın Sumy kentinde yaşanan balistik füze saldırısı, diplomasinin yalnızca kelimelerle kurulan bir temsil zemini olmaktan öteye geçip geçemeyeceğini sorgulatan bir kırılma yarattı.
Sumy’de hedef alınan yalnızca siviller değil, aynı zamanda barışın temsil edilebilirliğine duyulan inançtı. Bu bağlamda ADF 2025’te çizilen söylemsel haritalar, eylemsel gerçeklik karşısında yer yer silikleşti; diplomasi, anlam üretmenin değil, anlamı askıya almanın bir yöntemi gibi görünmeye başladı. Ve geriye şu soru kaldı:
Söylem ile eylem arasındaki uçurum her geçen gün derinleşirken, diplomasi hâlâ barışı inşa eden bir araç mı; yoksa yalnızca savaşın gerçeklerine meşruiyet kazandırmak için mi kullanılıyor?
Photo: EUROPolitika & EUROPolitika News – ADF