Nicholas Vinocur tarafından yazılmıştır.
1947 yılında Jean Marie Le Pen adında bir politikacıya Fransız bir radyo programında Nazi gaz odalarında 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğüne inanıp inanmadığı soruldu. Verdiği yanıt bir belirsizlik timsaliydi. Sanki kendisine UFO’ların varlığıyla alakalı bir soru sorulmuş gibi düşünmeye başladı, doğru kelimeleri seçmek için birkaç saniye uğraştı ve kendisini tatmin edecek bir çözüm buldu. İkinci Dünya Savaşı’nda 6 milyon Yahudi’nin ölümünün savaşın büyük resminde “point de detail” (küçük bir ayrıntı) olduğunu ve tarihçilerin bu konuda ihtilafta olduğunu belirtti. Bu, eski Cezayir Savaşı paraşütçüsünün öfke ile ilk karşılaşması değildi. Le Pen, 1980’lerin başına kadar kendisini hevesli bir şekilde Fransız siyasetinde korsan göz bandıyla tamamlayan bir kötü adam karikatürü olarak damgaladı. Aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin lideri olarak 1987’ye kadar Cezayir’de Fransız güçlerinin işkence kullanmasını savunmasının yanı sıra çeşitli ırkçı nefret suçlarından ötürü suçlu bulundu. 1950’li yıllarda Le Pen tutuklulara işkence yapılması emri verdiğini iddia etmiş ve daha sonra bu iddiadan vazgeçmiştir. Bunu yapıp yapmadığı konusu halen yaşayan bir tartışmadır. Yine de bu iddia internet öncesi dönemin esprisi olarak kolektif şuura yerleşti.
Fransa’da yetişmiş bir çocuk olarak Le Pen’in bu sözleri söyleyip söylemediğini belirtmek için oldukça gençtim. 8 ya da 10 yaşlarımda Le Pen’in popüler kültürdeki yerinin ve bu sözleri ifade ettiğinin farkındaydım. “Les Guignols de l’Info” isimli siyasi hiciv kukla gösterisinden etkilenen diğer milyonlarca Fransız gibi Le Pen’in Nazilerle işbirliğinden Cezayir’in Fransız olarak kalması için yürütülen acımasız kampanyaya kadar Fransa yakın tarihinin tüm çirkinliklerini kendinde toplamış siyasi öcü ve yobaz birisi olduğu imajıyla büyüdüm. Bu öylesine derinleşmiş bir ündü ki kızı Marine’e de kolayca geçmişti. Ulusal Cephe’nin yeni başkanı olarak tanıtıldığına Le Pen, çoğunluk tarafından babasının uzun saçlı hali olarak var sayılıyordu. O sırada babasının kurmaylarından birçoğunun hala Ulusal Cephe’nin üst düzey yetkililer arasında yer alması ona zarar verici değildi. Genç Le Pen’in de babası gibi öfke oluşturma sanatında usta göründüğü gerçeği de öyle. 2010’da Müslümanların sokakta namaz kılmasını Fransa’nın işgal edilmesine benzetmişti. Bu yorumu nedeniyle ırkçı nefret suçlamasından beraat etti. Yıllar geçtikçe Marine, Jean Marie ile olan ilişkisini gündeme getiren polemiklerden nasıl kaçacağını öğrendi. Kişi grupları yerine köktenci İslam gibi somut kavramları hedef aldı. Çoğu örnek 2000’lerin ortasına kadar uzanmaktadır ancak bazı istisnalar da vardı. Cumhurbaşkanlığı adayı olarak üç kez yarışan Le Pen’I siyasi bakımdan en çok utanca sürükleyen an, Emmanuel Macron’la yaptığı bir tartışma sırasında Avro bölgesinden çıkma planını savunmaması olmuştu. Zamanla, ihtiyar Le Pen ile olan ilişkisinin lekesi ve “point de detail” (küçük bir ayrıntı) ifadesinin gücü, Les Guignols’daki devle kişisel tecrübesi olmayan yeni seçmenlerin müdahalesiyle azaldı. Genç Le Pen, 95 yaşındaki babasının hiç olamadığı “neredeyse tastamam ve biraz sıkıcı” haline geldi. Bu, Le Pen’in perspektifinden bir hata sayılmaz. On yılı aşkın bir süre partisini babasıyla bağlantılı olan öfke dışında Fransa öncelikli populist bir araç olarak yeniden markalaştırmak için çabaladı. Jean-Marie yandaşı kurmaylar saf dışı bırakıldı. 2015 yılında Genç Le Pen, kamuoyu önündeki ılımlı tavru nedeniyle yaşanan bir sorunun ardından babasını partiden ihraç etti. 2019’da Fransız televizyonuna verdiği bir demeçte “Merak ediyorum, bunu gerçekten yaptın mı? (kendisine) Çünkü çok çılgınca gözüküyordu ama başka seçeneğimiz yoktu. Ya böyle olacaktı ya da hareket yok olacaktı.”
2018’de partinin ismini “Ulusal Cephe’den” “Ulusal Birlik’e” çevirmesiyle daha radikal bir karar almıştı. Partinin genç seçmenler arasındaki desteği arttı ve Le Pen, kendisini kariyerini babasına değil kendisine adayan sadık insanlarla çevreledi. Le Pen’in 2022’de koltuğu devrettiği partinin başkanı 28 yaşındaki Jordan Bardella oldu. Bazı yönlerden, en azından antisemitizm açısından bakıldığında, Le Pen’in çabaları Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yaptığı saldırı için geçen yılın sonlarında yapılan yürüyüşe katılmasıyla dönüm noktasına ulaştı. Sol kanattan Boyun Eğmeyen Fransa Partisi Le Pen’in orada olmasını sebep göstererek yürüyüşe katılmasa ve Cumhurbaşkanı Macron da orada bulunmasa da Jean Marie Le Pen’in kızının orada olması büyük tepkilere yol açmadı. Aksine, merkez sağcı eski eğitim bakanı Luc Ferry, Ulusal Birlik’I cumhuriyetçi bir parti ilan etti. IRIS düşünce kuruluşunun Avrupa’da aşırı sağ hareketleri uzmanı Jean-Yves Camu, “Çoğu Ulusal Birlik yanlısı ve seçmenin büyük bir kısmı Jean-Marie Le Pen’I şekillendiren İkinci Dünya ve Cezayir Savaşları olayı dönemini hatırlamıyor. Tüm bunlar aşırı sağın antik bir tarihi. Artık bunlar Jean-Marie Le Pen’in partisini yürütmesinden ötürü Marine Le Pen’I suçlamıyor.” Ocak ayındaki yıllık basın toplantısında konuşan Le Pen, “Milletvekillerimizle verimli ve saygılı bir şekilde sık sık görüştüğümüz yıllar oldu. Bizi Ulusal Cephe olarak addetmekte ısrar edenler, bizim hakkımızda söyleyecekleri çok şey olmadığını kanıtlıyorlar” diyerek partinin geçmişi ve partideki rolüne kendi politikaları hakkında konuşulurken değinilmesini kötü olarak vurguladı.
Meloni 2.0?
Öyle olsun. Ulusal Cephe’yi babasından devralmasından 13 yıl sonra ve Ulusal Birlik başkanlığını Bardella’ya devredeli 18 ay olmuşken Le Pen, kendinden sonra gelenle bağlarını koparmayı başardı ya da en azından onu gündelik siyasette önemsiz hale getirdi. Macron’un Renaissance partisinden Benjamin Haddad, “Bu bizim savaştığımız partidir. Onun değerleriyle savaşıyoruz. Genç Le Pen’in planlarının ülke ve Avrupa için tehlikeli olduğuna inanıyoruz fakat ahlak bakımından savaşmamalıyız çünkü o yöntem işe yaramıyor. Tarihe atıfta bulunmak, programlarında neler olduğunu söylemek ve satır satır tartışmaktan daha etkisizdir” sözleriyle genç Le Pen’e sinik muamelesi yapmak ya da milyonlarca takipçisini cumhuriyetçi değerlerin eksikliğine dair öğütlerle utandırmanın siyaseten anlamı olmadığını ifade ederek Camus’ya katılıyor.
Hem Fransız halkının hem de yurt dışından takip edenlerin aklında Le Pen ve onun Ulusal Birlik partisinin ne kadar normal olduğu sorusu var. Kazanması halinde azınlıklara cehennemi yaşatacak, Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri kesecek mi? Yahut İtalyan başbakan Giorgia Meloni’nin koalisyonu gibi söz sarf edip harekete geçmeyecek mi? Bu sorular Bardella tarafından yönetilen ve güce giden yolda bir dönüm noktasına ulaşmaya hazır Ulusal Birlik partisi üzerinde artık daha acil. POLITICO’nun anketine göre, Haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde, anketler partinin oyların yüzde 28’ini kazanarak, Macron’un Rönesans’ının liderliğindeki yüzde 19 oy olan merkez ve merkez sağ koalisyonu geçeceğini gösteriyor. Le Pen ve Bardella sadece cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmakla kalmayıp, 2019 Avrupa seçimlerinde daha önceki en yüksek oyları olan yüzde 23’ü de geçebilirler.
Fransa kendi içinde Le Pen’in saygınlığı hakkında bölünmüş durumda. Ajanslar Ulusal Birlik’e “sağ popülist” veya “milliyetçi sağ” darken ulusal basın ajansı Agence France-Presse aşırı sağ demeye devam ediyor. 2022 yılında Fransız RTBF televizyonunda konuşan gazeteci Valery Lerouge, “Ulusal Birlik hakkında konuşurken çoğunlukla milliyetçi sağ diyoruz. Çünkü aşırı sağın tarihine baktığınızda ırkçı, antisemitik ve homofobik bir parti görürsünüz. Aşırı sağ faşizme geri dönüyor ve orası artık bulunduğumuz yer değil.” açıklamasında bulundu. Aşırı sağ uzmanı Camus da “Ulusal Birlik faşizme geri dönmeye hazırlanmıyor. Parti daha çok Cumhuriyetçi çizgide. Cumhuriyeti Kabul ediyor. Yasalara uyuyor. Demokratik hayata aktif şekilde katılıyor. Böylece ona cumhuriyetçi parti diyebiliriz.” diyerek benzer bir açıklamada bulundu. Aşırı sağcı Reconquête (Yeniden Fetih) partisinin lideri Eric Zemmour’nın Le Pen’den daha radikal sağcı olduğunu eklemişti. Yine de Camus, Le Pen’in partisinin bazı yönlerde Jean Marie’nin günlerine dek uzanan bir çizgiye sahip olduğuna işaret ederek bunu söylüyor. Bunların başında Fransız vatandaşlara ve Fransa’da vergi ödeyenler dahil olmak üzere yabancılara göre iş, sosyal yardım ve konutlara erişim hakkı verecek bir ulusal öncelik politikası oluşturma vaadi var. Camus, “Bu Fransa’nın cumhuriyetçi geleneğinde yok. Fransız vatandaşları ve diğerleri arasında anayasaya aykırı bir şekilde ayrım yapıyor.” diye nitelendirdi.
Bu açıdan Macron’un durumu zor. Geçen yılın sonlarınd Cumhurbaşkanı’nın partisi bazı bölümleri garip bir biçimde Ulusal Birlik’in programına benzeyen bir göçmenlik yasa tasarısı sundu. Parlamento Le Pen’in partisinin desteğiyle tasarıyı onayladı ki bu destek partinin her zamanki muhalefet duruşuna bakıldığında nadir olarak görülür. Macron’un ekibi eski başkan rakibinin desteğini en aza indirmek için elinden geleni yaptı. Haddad oylamadan hemen önce televizyonda “Bu yasayı geçirmek için Ulusal Birlik’in desteğine bağlı kalmamaya dikkat etsek de bu Le Pen ve Bardella’yı zafer ilan etmekten geri koymadı. Bu, Ulusal Birlik’in ideoloji zaferidir.” demişti.
Bazıları Le Pen’in babasının antisemitikliğini kırmış olabileceğini tartışsa da kendisinin Müslümanlar ve göçmenler hakkında söyledikleri İslamofobi eşiğinde. 2021’de söylenmiş “ardı arkası kesilmeyen azınlık talepleri”, 2022’de peçe hakkında söylenmiş “ideoloji göstergesi ve Nazizm kadar tehlikeli” sözü, yine doğumla gelen vatandaşlığa erişimin bitirişmesi ve yabancı uyruklu suçluların ülkelerine zorla gnderilmesi, en azından radikal bir İslam karşıtı ajanda kanıtı olarak görülüyor. Ulusal istatistik bürosuna göre Müslümanlar Fransız nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Şüphesiz ki Le Pen başkan olarak seçilirse bu kesim dindarlığın kamuya açık sergilenmesine getirilen kısıtlamalar yoluyla gerginliği hissedecektir.
Dil uzmanı ve Le Pen’in diliyle ilgili kitap yazmış Cécile Alduy ekonomi gazetesi Les Echos’ya “Marine Le Pen’in yorumlarını dikkate alırsanız bana göre şüphesiz ki o aşırı sağcıdır. Kan, aile ve ulusun belirleyiciliği gibi bireyin kendi kontrolü dışındaki sosyal hiyerarşilere boyun eğen bir toplum vizyonunu benimsiyor. Programının belirli gruplara yönelik damgalayıcı tarafını silmeye çalışsa da aşırı sağcı bir ideolojisi var ve onun yetkilileri de aşırı sağcı. Babası programının herhangi bir kısmına katılmamazlık eder miydi? Hayır.” yorumunda bulunmuştur. Yine de bu Le Pen’in aşırı sağ sayılan partilerle ortak özelliğinin olmasını açıklamıyor. Avrupa Parlamentosu’nda Almanya’da aşırı sağ karşıtı gösterilerle yüzleşen Almanya için Alternatif (AfD) partisiyle aynı grupta yer alıyor. Le Pen, AfD’den bazı isimlerin yabancı uyruklu Almanları sınır dışı etme planını Kimlik ve Demokrasi grubundaki üyeliği hakkında soru işaretleri yarattığını söyleyerek reddetmiş olsa da AfD ile bağlarını koparmış değil. Aksine, Le Pen sıkça Lega hareketinin lideri Matteo Salvini gibi aşırı sağcı müttefikleriyle bir araya geliyor.
Peki Le Pen sonunda babasının mirasını üstünden silkeleyerek siyasi normalliğe ulaştı mı? Partisinin itibarını temizlemek için yürüttüğü uzun kampanyanın büyük ölçüde başarılı olduğuna şüphe yok. Ancak hiçbir zaman, partisinin önceki yıllarındaki ırkçılığı, antisemitizmi ve yabancı düşmanlığını kamuoyu önünde kınayarak babasının mirasını tamamen reddedecek kadar ileri gitmedi. Bunun yerine, ulusal öncelik planı gibi partisinin temel parçalarını terk etmeden ya da partiyi temelde milliyetçi kimlikten uzaklaştırmadan marka imajını değiştirmeye çalıştı. Müslümanlar, yabancı uyruklular, Fransız vatandaşlığı isteyen herkes ve Fransa nüfusunun büyük bir kısmı için Le Pen’in cumhurbaşkanlığı bir tehdit oluşturacaktır. Daha geniş Batı ve Avrupa yanlısı düzen için ise Le Pen’i açıkça destekleyen ve 2017’de resmi bir ziyaretle ağırlayan Putin’e sempati duymaya devam etmesi apaçık bir tehlike. Bir Çek-Rus bankası da bir zamanlar 9 milyon Avroluk bir krediyle Le Pen’in partisine finansal bir can simidi sağlamıştı. Le Pen Avrupa Birliğinden çıkma planlarından vazgeçmiş olabilir, ancak derin bir yıkım için potansiyel olmaya devam ediyor. Bir zamanlar kaldırmayı vaat ettiği Avrupa Komisyonu’nun otoritesine meydan okumaya ve Avrupa Birliğini bir tür hükümetler arası konferansa dönüştürmeye karar verdi. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Slovakya Başbakanı Robert Fico ve belki de İtalyan Meloni ile güçlerini birleştiren Le Pen’in Avrupa Birliğinin yürütme işlevini nasıl etkisiz hale getirebileceğini ve onu Amerika Birleşik Devletleri’nden çok G20’ye benzeyen bir liderler toplantısına indirgeyebileceğini görmek zor değil.
Le Pen babası gibi bir siyasi çınar olmayabilir, ancak yine de görünmek istediğinden çok daha radikal bir siyaset biçimini temsil ediyor. Muhalifleri için Le Pen’in yumuşak dış görünüşü, onu siyasi olarak alt etme görevini her zamankinden daha zorlu hale getiriyor. Haddad, “Onlarla savaşsak da seçmenlere her zaman saygılı olmak önemli. Bunun karşı örneği Hillary Clinton’ın içler acısı sözü gibidir.” (Ç.N.: Hillary Clinton, 2016’daki ABD başkanlık seçimleri öncesinde Cumhuriyetçi Donald Trump’ın destekçilerinin bir kısmına “içler acısı durumdalar” demişti.)
Avrupa seçimleri yaklaşırken, Le Pen’in normalleşmesi meselesi artık Fransız basınında çok fazla yorum yapılacak bir konu değil. Jean-Marie’nin kızı artık babasına hesap vermek durumunda değil ve partinin işleyişini Bardella’ya bıraktı. Le Pen’in 2027’de cumhurbaşkanlığı için yeni bir adaylığa hazırlandığı söyleniyor ki bu onun son adaylığı olacak. Babası ne düşünürdü? 95 yaşındaki yaşlı Le Pen, geçen yıl geçirdiği bir kalp rahatsızlığının ardından video ile göz önünden çekildi. Marine ile kamuoyu önünde yaşadığı ayrılığın yarattığı çalkantılar köprünün altından çok sular akıttı. Kişisel düzeyde baba ve kızı her zamankinden daha yakın görünüyor.
Orijinal Makale: HOW LE PEN TURNED RESPECTABLE (and why you shouldn’t be fooled)
Photo: politico.eu, dailyguardian.eu,